31 Temmuz 2008 Perşembe

Madem ki Yoksuldular, Ölmelerinde Sakınca Yoktu !

Ayhan ONGUN
İSİDEF Genel Sekreteri

Dünkü gazetelerde okumuşsunuzdur. Oktay Ekşi köşesindeki yazıda aynen böyle yazmış. Farklı yoksul ülkelerden 138 göçmen ,Yunanistan’ a geçmek üzere bindirildikleri TIR da havasız kalmışlar ve ilk belirlemelere göre 13 ü ölmüş.
Kerkük’ te, Güngören’ de ölenlere terör mağduru dedik, peki bunlara ne diyeceğiz?

İnsanları öldürmek için, mutlaka silah, bomba gerekmiyor.
Yoksulluk terörden beter!
Yoksulluğu ortadan kaldırmadan, terörü önleyemezsiniz.
Uluslar üstü sermaye küresel amaçlarına ulaşmak için her yolu deniyor. Ortadoğu’ yu yeniden dizayn etme amacına uygun olarak özellikle de terörü ve terör örgütlerini kullanıyor.
Terör örgütleri militanlarını incelediğiniz zaman göreceksiniz, büyük çoğunluğu yoksul ailelerden gelme ve çaresiz insanlar.
Yoksulluğu yenmeden, terörün kaynaklarını kurutmak, daha doğrusu terör örgütlerinin insan kaynağını kurutmak mümkün olmayacaktır.

Pakistan, Burma ve Eritre vatandaşı bu yoksul insanlar, turistik bir gezi için binmediler o TIR’ a, Yunan adalarında tatil yapmak değildi elbet amaçları.
Onlarda terörden, açlıktan, yoksulluktan, baskıdan kurtulmak istiyorlardı.
Sonu belirsiz bir- umuda yolculuğa- çıkmışlardı, ancak bir başka terörle karşılaştılar, acımasız insanların elinde vahşi bir sona ulaştılar.
Terör; nerede, nasıl, kim tarafından yapılırsa yapılsın, sonuçta bir insanlık suçudur.
Terörün ülkesi, milliyeti olmaz.


Güngören de kahpe bir saldırıda yitirdiğimiz yurttaşlarımız için nasıl yandıysa yüreğimiz, Kerkük’ de ölenler için de sızladı yüreğimizin bir yanı. Ama içtenlikle söylemem gerekir ki, o kahpe TIR içinde öldürülenlere daha bir yandı yüreğim !
Güngören’ de ölenlere tüm ülke sahip çıktı. Kuşkusuz bu durum, ölenleri geri getirmez ama bu yoksulların sahipleri bile yok.
Sessizce, bilinmez bir mezarlıkta yok olacak bedenleri.

Bu cinayete neden olan insan tacirlerini bulmak çok zor olmaz, gerekli ceza da verilecektir.
Peki ya! Asıl suçlunun cezasını kim verecek?
Küresel dünyada bir avuç azınlık mutlu olsun diye, açlığa, sefalete, yoksulluğa mahkum edilen milyarlarca insanın sorumlusu hangi terör örgütüdür?
Adı bilinen, eylemleri bilinen terör örgütlerinden korkmayın. Asıl onları destekleyen, insanlığa karşı suç işleten, yoksulluğu insanlığın kaderi haline getirmeye çalışan küresel terör örgütüne karşı mücadele edilmesi gerekir.

Terörün uluslar üstü yanını göz ardı ederek verilecek mücadelede başarıya ulaşmak mümkün değildir.
Kaldı ki, rengi, cismi, kimliği, ideolojisi olmayan böyle bir canavarı yaratan küresel sermaye, her dönemde teröre ve terör örgütlerine ihtiyaç duyacaktır. Ama asıl ve öncelikle beyinlerimizde yarattığı terörle bizleri yok etmek istemekte.
Sonuç olarak, tüm dünyada yoksulluğu ortadan kaldıracak sosyal ve iktisadi politikalar oluşturmadan terörü yok edemeyiz.
Yoksula ekmek vererek, yoksulluğun önlenemeyeceğini de artık insanlarımızın görmesi, bunu yapanlara itibar etmemesi gerekir.

ayhanongun@gmail.com

29 Temmuz 2008 Salı

“Dünyada ve Türkiye'de Turizmin Tarihsel gelişimi"


Şaban Ali YAŞAROĞLU
İstanbul Teknik Üniversitesi akfı
Turizm Eğitimi Bölüm Başkanı



Dünyada turizmin tarihi gelişimine bakıldığında, öncelikle kıta Avrupa görülür. Tarihi 17. y.y.’a kadar uzanır. Doğum yeri ya da vatanı ise İngiltere bilinir. İlk yıllarda toplumun üst katmanlarının tutkusuydu. Turizm etkinlikleri 19. y.y. başlarından itibaren tabana doğru yayılmaya başladı. Bireysellikten kitleselliğe geçiş yaptı. Turistler için ticari organizasyon düzenlenmeye başlandı.

Amerika’nın keşfi sonrası turistik organizasyonlar kıtalara uzandı. Türkiye’de, Avrupa’dan “Şark Ekspresi” ile İstanbul’a gelen turistlerle tanıştı. Sirkeci tren istasyonunda inen önemli kişiler, özel hazırlanmış kabinlerle insanlar tarafından konaklayacakları Perapalas Oteli’ne taşınıyorlardı.

Avrupa’da giderek yaygınlaşan turizm hareketleri, sektörün en önemli ayaklarından olan “Konaklama Sektörü ve Seyahat Acentacılığı”nı da tetikledi. Peşpeşe modern otel zincirleri Avrupa ülkesi kentlerinde hayata geçirilmeye başlandı. Seyahat Acentacılığı yaygınlaştı. Yeni dünya Amerika kıtasında da, Avrupa paralelinde gelişmeler yaşandı. Odaları kilitlenen ilk otel Boston’da açıldığında olay oldu.

Bu kıtalar halen turizme erken girmenin avantajını yaşamaktalar. Çünkü, bugün dünya turizminin ağırlık noktasını Avrupa bölgesi oluşturmaktadır. Bu kıta en fazla turizm hareketlerine sahne olma niteliğini korumaktadır.

Uluslararası turist trafiğine bakıldığında; dünyada en fazla turist gönderen ve turist kabul eden ülkelerin özellikle Avrupa ve Amerika kıtasında yoğunlaştığı görülmektedir. Dünya Turizm Örgütü’nün (WTO) verilerine göre, dünyadaki her 3 turistten biri AB vatandaşıdır.

Ancak, tüm bu olumlu durum ve gelişmelere karşın son yıllarda AB’nin ve ABD’nin dünya içindeki turizm payları giderek azalmakta, başta Çin olmak üzere Güneydoğu Asya ve Pasifik ülkeleri turistik açıdan yükselen cazibe merkezleri haline gelmektedir.

Bunun nedeni, teknolojik gelişmeler sayesinde ulaşım ve haberleşme olanaklarının gelişerek, fiyatların ucuzlaması, keşfedilmeyeni keşfetme tutkusu ve turistik aktivitelere katılma beklentisinin önemli dayanaklarıdır.

Ekonomik, sosyal, kültürel ve doğal çevre ile sürekli etkileşim içinde ve döviz-istihdam yaratıcı özellikleriyle çok yönlü bir faaliyet alanı olan turizm, dünyanın en hızlı gelişen sektörüdür.

Bunun yanında, özünde öncellikle kültür bulunan turizm, her şeyden önce ekonomik, kültürel ve olgunlaştırılmış çağdaş hizmet sunma anlayışı ile bir anlam ifade eden uluslararası hassas bir sektör konumundadır.

Dünya Turizm Örgütü’nün (WTO) tahminlerine göre 2010 yılında 1 milyar, 2020 yılında ise 1,5 milyar kişi uluslararası geziye katılacaktır.

Türk Turizminin tarihi gelişimine gelince; Türkiye’de turizme yönelik ilk etkinlikler, 1890’da yürürlüğe giren ile başlamıştır. Seyyahın Cemiyeti daha sonra “Seyyhine Tercümanlık Edenler Hakkında Tatbik Edilecek 190 sayılı Nizamname” Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu” adını alacaktır.

1934’te, İktisat vekaletiyle de ele alınır ve Kurulan “Türk Ofis”de turizm etkinlikleri yürütülür. 1939’da da, Ticaret Bakanlığı’nın kuruluşu sonrasında bu ofis, “Turizm Müdürlüğü” adını almıştır.

1949 yılında “Turizm Danışma Kurulu”nun toplanması kararlaştırılmıştır. 1953’te “Turizm Teşvik Kanunu” tasarısı kanunlaşarak yürürlüğe girmiştir. 2 Temmuz 1963 gün ve 265 sayılı Teşkilat Kanunu ile “Turizm ve Tanıtma Bakanlığı” adını almıştır. Aynı bakanlığa, Elazığ Milletvekili yakın bir dostum olan Merhum Nurettin ARDIÇOĞLU atandı. Daha sonra birçok sıfatlarla anılan Turizm ve Tanıtma Bakanlığı son olarakta 2003’te “Kültür ve Turizm Bakanlığı” adını almıştır.

1970’lerde Turizm ve Tanıtma Bakanı olarak görev yapmış olan Sn. Dr. Alev COŞKUN, Turizm öğrencilerimize vermiş olduğu konferanslarda şunları söyledi:

“Bakanlık olarak hazırladığımız Güney Antalya Projesi’ni Dünya Bankası’nın vereceği kredi ile Kemer kasabasında uygulamaya koymak istiyoruz. Fakat, anılan bankadan krediyi alabilmemiz için, bankanın Genel Müdürü’nün olurunu almamız lazım. Bu nedenle, Genel Müdür Sn. MacNamara’yı Türkiye’ye davet ettik. Ardından da Dış İşleri Bakanlığımız kanalıyla Washington Büyük Elçiliğimizin bir araştırma yaparak Genel Müdür MacNamara’nın ne tür yemekleri sevdiğinin bilgisini iletilmesi istendi. Gelen yanıtta, Genel Müdürün, Beyaz şarap eşliğinde Dil Balığını çok sevdiğini öğrendik. Yemekten sonra Dünya Bankası Genel Müdürü’nden olumlu cevap aldık.
Konu ile ilgili bir diğer anımda şu: 1988 yılında Kemer’de kurulu OTEM Eğitim Merkezi’nde Turizm Öğretmeni olarak görev yaptığım günlerde, dönemin Kemer Belediye Başkanı Sn. Mehmet Emin MİNTA’dan dinlemiştim. Sn. MİNTA bana; Dünya Bankası Genel Müdürü buraya geldi. Bir sandalye verdik ve Çınar ağacının dibinde oturdu. Kemer halkı olarak ayakta ve etrafını sarmış heyecanla Genel Müdürün intibasını öğrenmek için sabırsızlanıyoruz. Aramızdan biri Kemer’i nasıl bulduklarını sordu: ‘Dünya Bankası Genel Müdürü yerine Kemer’de muhtar olmayı isterdim’ yanıtına hep birlikte kendisine alkışlarla teşekkür ettik dedi. Dil balığı ve beyaz şarap işe yaramıştı ve bugün Turizmin Başkenti diye anılan Antalya’nın Kemer kasabası turizmde marka haline gelmiştir”...


Günümüzde kimilerinin söylediği gibi, Türk turizmi 1980 sonrası keşfedilip parlamadı. Sektörümüzün seyir defterine bakarken 100 yıl geriye gitmek gerekir. O vakit Türkiye, Turizm sektörünün ulusal ekonomi açısından taşıdığı önemi dünyanın birçok ülkesinden 100 yıl önce kavramış bir ülke olduğu görülecektir.

Herhalde 1800’lü yılların ortalarından işletmeye açılan; Royal, Londra, Bristol, Splendid, Belvü, Grand Novotny, Akasya, Perapalas, Tokatlıyan, Carlton, Dilson, Çınar, Park, Hilton, Halki Palas, Divan, Inter Continental, Etap, Ankara Palas ve daha birçok illerimizdeki oteller kuş beslemek için açılmış değillerdi, o otellerde misafir ağırlanmaktaydı.

1980’li yılların ortasından itibaren uygulanmaya konulan “Turizm Teşvik Tedbirleri” ile sektörde ağırlıklı olarak Konaklama Tesisi ve Bakanlık belgeli yatak üretimi hızla artmıştır. Ancak, o yıllarda birçok politik kayırmalarla kamu malı Türkiye’nin turistik sahil ve koyları yağmalandığı da bir gerçektir. O kadar ki, turizm kültürü ve felsefesinden uzak birçok kişiye köşe döndürülmüştür. Benzeri sürecin günümüzde de devam etmekte olduğu görüşü de yaygındır.


Bugün, turizm sektörümüzde 50’ye yakın yabancı sermayeli firma mevcuttur. Bu firmalarca elde edilmekte olan gelirlerin, ulusal gelirimize ne denli katkısı olduğu tartışmaya açıktır.

Bugünün turizm dünyasında 40’a yakın turizm türü yapılmaktadır. Bu sayı giderek daha da artacaktır.

Yarınların dünyasını alt üst edip, küresel bir yıkım gündeme gelmedikçe, dünya turizm sektörü, sektörler içinde en çok gelişmeye aday bir sektör olacağından kuşku duymuyorum. Türkiye bu sektöre böyle bir gözle bakmalı, ilkokullarda “Turizm ve Çevre” eğitimini özgün hale getirip, yaygın bir eğitimle Türk halkını turizmle bütünleştirip, sevdirmelidir. Ayrıca, aile tipi turizm işletmeciliği için özendirici teşviklere önem vermelidir.

Diğer yönden, karayolu taşımacılığındaki güvenlik sorununa çözüm bulmalı ve yükünü azaltarak; hava, deniz ve demiryolu taşımacılığı ağını yaygınlaştırmalıdır. Özellikle yazılı ve görsel medyamız ulusal bir duyarlılıkla Turizm ve çevreye özel önem vermeli. Çünkü Türkiye, turizm küresel boyut kazandıkça ve türleri çoğaldıkça; bugünkü Akdeniz ülkeleri yanında, Doğu Asya, Pasifik Bölgesi ve Güney Afrika gibi bölgelerden yeni yeni rakipler karşısına çıkacaktır bir tatil memleketi olan ülkemiz...

Terörün Hedefi Demokrasidir!

Ayhan ONGUN
İSİDEF Genel Sekreteri

Ülkemiz zor günlerden geçiyor. Bir yanda AKP kapatma davası, diğer yanda binlerce sayfalık iddianamesiyle Ergenekon davası.
Aynı anda, devam eden Güneydoğudaki silahlı kuvvetlerin operasyonları ve bunlara karşılık terör örgütünün doğrudan polis ve askeri hedef alan nokta saldırıları sürerken Güngören’ de sivil halka yönelik bir katliam!
Tüm bu olayları birlikte değerlendirecek olursak, terörün ardındaki örgüt kim olursa olsun, sonuçta bu durumdan zarar görecek olan demokrasidir, özgürlüklerdir, hukuk sistemidir.
Teröristlerin saldırıda ölen masum insanlarla bire bir hesapları elbette olamaz. Orada bombaları patlatanların hangi örgütün üyesi oldukları da artık çok önemli değil. Dünyada yeni bir düzen ve egemenlik oluşturmak isteyen güçler, artık bir dolu terör örgütünü taşaron olarak kullanabiliyorlar.

Şu an gündemimizi en çok meşgul eden Ergenekon davasındaki kimi iddialardan yola çıkararak şu gerçeği çok net görebiliyoruz.
Ülkemizde terörü önlemekle görevli devlet kurumları arasında koordinasyon ve işbirliği olmadığı gibi kimi zaman karşı karşıya geldikleri gibi bir izlenim ediniyoruz.
Daha da önemlisi ülkede huzurun, insan haklarının, demokrasinin korunmasıyla görevli olanların da kimi zaman yasa dışı yollara başvurmuş olabileceği ihtimali bile geldiğimiz noktanın ne denli korkunç olduğunun bir kanıtı değil midir?

Her ne kadar sözlü tanıklık ve konuşmaların dinlenmesi sonucu elde edilen bilgi, belge ve ihbarlarla amacından saptırılmış bölümleri olsa da kamuoyu, başlayan bu operasyonla Türkiye’ de bazı şeylerin değişebileceği umuduna kapılmıştı.


Gerçek olmasa bile, gerçekleşebileceği ihtimali dahi kitlelerde bir heyecan, bir beklenti oluşturmuştu.
Giderek bu umutların da sönmeye başladığı, deyim yerindeyse, gereksiz bazı suçlamalar ya da iddialarla asıl varılması gereken hedeflerden sapılmakta olduğu kaygısı yer etti insanların kafasında.

Uluslar arası finans güçlerinin dünyayı yeniden dizayn etmek için kullandıkları terör örgütleri; halkı paniğe düşürmek, gelecekle ilgili umutlarını kırmak, toplumda korku yaratmak için her türlü yöntemi kullanmaya devam ediyorlar.
Bunun son örneğini de Güngören de çok acı bir şekilde, ulusça yaşadık.
Bir ülkede demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla işletiliyor olsa, gerçek anlamda sosyal, laik, demokratik bir hukuk devletinin anayasal kurumları özgürce görevlerini yapabilseler ve kamu vicdanını tatmin edecek bir parlamenter sistem ülkeye hakim olsa, ne dış güçler ne de onların yerli işbirlikçileri amaçlarına ulaşamazlar.

Ancak görünen o ki, son günlerde yaşanan hukuksuzluk, en temel insan haklarına karşı yapılan saldırı ve müdahaleler toplumu sindirmeyi başarmış, amacına ulaşmış görünüyor.
Sıradan yurttaşlar bile telefon görüşmelerini yaparken kuşku duyabiliyor, insanlar toplu alanlara gitmeye korkuyor, daha da önemlisi Sivil Toplum Örgütlerinin yöneticileri demokrasi ve özgürlük sözcüklerini telaffuz etmekten korkar hale gelmişlerse, terör ve arkasındaki karanlık güçler amaçlarına ulaşmış demektir.

Bir kez daha yinelemek gerekirse, ülkemizde insanların barış içinde bir arada yaşayabilmelerinin de, işsizliği, yoksulluğu, yolsuzluğu, faili meçhul cinayetleri önlemenin de yolu demokrasinin, özgürlüklerin sınırlarını genişletmekten; cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkmaktan geçiyor.

ayhanongun@gmail.com

28 Temmuz 2008 Pazartesi

TGC, İTO, TÜGİK ve İSİDEF'den GÜNGÖREN SALDIRISINA LANET


TGC'den Güngören saldırına lanet

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu yayınladığı açıklamada Güngören’de 17 yurttaşımızın ölümüne, 100’e yakın yurttaşımızın da yaralanmasına yol açan terör olayını lanetledi.

Açıklamada şu görüşlere yer verildi:
“Terörün acımasızlığı bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Kadın, erkek, çocuk ayrımı yapmadan masum insanları hedef alan bu insanlık dışı vahşeti şiddetle kınıyoruz.
Terör saldırısında hayatını kaybeden yurttaşlarımızın acısını tüm ulusumuzla birlikte yürekten paylaşıyoruz.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu olarak inancımız odur ki, bu tür terör olaylarının ülkenin birliğini ve dayanışmasını bozmaya gücü yetmeyecektir.
Demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile işletilmesini engellemeye dönük her türlü terörün karşısında ulusça durmanın zamanıdır. Bu kararlılıkla en kısa sürede olayın aydınlatılmasını bekliyoruz.”



İTO Başkanı Murta YALÇINTAŞ:“Bu hain saldırı teröre karşı kararlılığımızı asla etkilemeyecektir"

Güngören'de dün akşam meydana gelen patlamalarla ilgili olarak bir açıklama yapan İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş, şunları söyledi:
“Türkiye’nin içeride ve dışarıda pek çok alanda mücadele verdiği, bir barış ve huzur adası olmaya çalıştığı dönemde meydana gelen bu saldırı bir vahşet gösterisi durumundadır. Bu alçakça saldırıyı nefretle kınıyor, gerçekleştirenleri ve arkasındaki güçleri lanetliyoruz.

Eylemlerini sürdürenler bilmelidirler ki, bu hain saldırı teröre karşı kararlılığımızı asla etkilemeyeceği gibi birlik ve dayanışmamızı daha da güçlendirecektir.

Saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı, yaralanan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum.”



İSİDEF YÖNETİM KURULU adına

Özcan AY
Genel Başkan


Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar nedeniyle ulusça birlik ve dayanışmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz.
Ekonomide yaşanan durgunluk ve sıkıntılar bir yana son günlerde siyasi istikrarımızı bozan parti kapatma ve Ergenekon davaları gibi olaylar da toplumu fazlasıyla huzursuz etmiştir.
Böylesine kaotik ortamları fırsat bilen terör örgütleri yine tüm ulusu yasa boğan bir kanlı eylem gerçekleştirmişlerdir.
İstanbul-Güngören de gerçekleştirilen bu hain saldırıların Ülkemizde verilen demokrasi ve özgürlükler mücadelesine yapıldığı gerçeğinden hareketle halkımızın bu tür saldırılarla yıldırılamayacağına, devletin bu alçakça eylemlerin üstesinden gelecek kararlılığı göstereceğine inanıyoruz.

Güngören saldırısında yaşamını yitiren yurttaşlarımıza tanrıdan rahmet, ailelerine sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz.



Hazim SESLİ
TÜGİK Genel Başkanı






Belirsizlik ortamından faydalanmak istiyorlar

Türkiye, 85 yıllık genç bir ülke olmasına rağmen, yaşadığı tüm zorlukların üstesinden gelmeyi başarmış ve bugünlere kadar da emin adımlarla gelmiştir. Ülkemizin bu güçlü duruşu, bazı çevreler tarafından her zaman kıskanılmış ve bu nedenle de ülkedeki birlik ve bütünlüğüne karşı saldırılar hep var olmuştur. Dün Güngören’de yaşadığımız saldırı da bu vahim olaylardan biridir. Ancak bizi içerden yıkmak isteyenler bir kez daha göreceklerdir ki; Türkiye bu tip saldırılara pabuç bırakmayacak kadar iradeli ve kuvvetlidir. Emniyet güçlerinden ordusuna, işçisinden emeklisine, işadamına ve sivil toplum kuruluşlarına kadar, hepimiz tek vücut halindeyiz. Masum insanlarımızı hedef alan bu tür saldırıları şiddetle kınıyor, olayın faillerinin bir an önce yakalanarak yargılanmasını bekliyoruz. Hain saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet ve ailelerine sabır dilerken, yaralı vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyoruz.

Bilindiği gibi; Türkiye 2008 yılı başından bu yana bir belirsizlik ortamı yaşamaktadır. Bir yandan parti kapatma davaları sürerken, diğer yandan ise Ergenekon soruşturması gündemin ilk sırasına oturmuş, Türkiye adeta gri günlerin yaşandığı bir ülke haline gelmiştir. Güçlü Türk milletini içerden yıkmak isteyenler için adeta bir zemin niteliği taşıyan bu belirsizlik ortamının, bir an önce yerini berraklığa bırakmasını beklemekteyiz. Gün binlik ve beraberlik günüdür. Türkiye ancak bu sayede yaşadığı belirsizlik sürecini aşabilecek ve her alanda istikrarın sağlandığı bir ülke konumuma yeniden gelecektir.

26 Temmuz 2008 Cumartesi

Bekir Coşkun'a göre kaç tür sansür var? En tehlikeli hangisi?

Bekir COŞKUN / HÜRRİYET


Bekir Coşkun, sansürün türlerini ve bir gazeteci için en kötüsünün hangisi olduğunu kaleme aldı. İşte Coşkun'un "Sansür anı" başlıklı yazısı...

Sansür anı...


ÜÇ tür sansür vardır:

- Yasaların sansürü.

- İktidarın sansürü.

- Patronun sansürü.

Bu üçü de önemli değildir. Gazetecilik onuru bunları nasıl olsa aşar. Ama bir dördüncü sansür vardır ki, içine oturdu mu o sansür heyeti, ondan asla kurtulamaz gazeteci.

Nereye gitse o sansür heyeti de birlikte gider.

Kaçsa, içindedir...

Tam gerekeni yazacağı anda içindeki sansürcü "Olmaz ama..." der. Ve gazetecinin bir gözü hafif küçülür o an...

O sansür anıdır.

Düşünmeye başlar... Sandalyesinde, önce sağ kalçasının, sonra sol kalçasının üzerinde yaylanıp, psikolojik olarak yerinin rahatlığını test eder... Bilgisayara uzanmış elini çeker... Sırayla parmaklarını çıtlatır, tekrar başparmağına döner.

Elini tekrar bilgisayara uzattığında, yarı yolda tutup içindeki sansür heyetine kulak kabartır. İçindeki sansür heyetinden ses gelir:

"Sakın ha..."

*

Gözünün önünde bazı görüntüler belirir gazetecinin; bu görüntüler onun tıynetine göre değişir.

Kimisinin gözünün önüne Genel Yayın Yönetmeni’nin yüzü gelir...

Kimisine patronun yüzü... Patronun yüzü asıktır ve sanki bir şeye canı sıkılmıştır, yan gözle kendisine bakmaktadır...

Kimisi...

Artık tıynetine göre; kimisi Başbakan’ın uçağını görür... Uçağın geyik derisi koltuğuna oturmuştur... Başbakan tam karşısındadır... Hep birlikte gülerkenki fotoğraf çekilmektedir. Ve o birazdan "Başbakan ile havada..." başlıklı yazısını yazacaktır.

Kimisinin aklına Çankaya’da Cumhurbaşkanı’nın sofrası gelir. Beyaz eldivenli garson tabağına dolma koymaktadır, dolmayı çatalla ikiye ayırırken, Cumhurbaşkanı’na "Beyefendi, sizin varlığınız demokrasi için teminattır hakikaten..." demektedir ve Cumhurbaşkanı mutlandığı için bıyıkları gülme pozisyonu almıştır...

(..........)

Şu sıralarda kutlanan, sansürün kaldırılışının yüzüncü yılında (24 Temmuz 1908) en tehlikelisi gazetecinin içindeki sansür heyetidir.

O hálá oradadır...

Dönekleşir, kıvırır, kaypaklaşır...

Ama kurtulamaz gazeteci

25 Temmuz 2008 Cuma

Basında Sansürün İlk Kez Kaldırılışı’nın 100. Yılı Anıldı.

TGC Başkanı Orhan Erinç:
“Siyaset hukuksallaşmalı, hukuk da siyasetten uzak kalmalı”


24 Temmuz Basında Sansürün ilk kez Kaldırılışı’nın 100. Yıldönümü Geleneksel Gazeteciler Günü olarak Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen törenle kutlandı. Törende TGC’nin Geleneksel Basın Özgürlüğü Ödülleri sahiplerini buldu. Bu yıl ilk kez “Sansürden Yasağa 1” isimli bir de sergi açıldı.













İstanbul- Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, Basında Sansürün Kaldırılışının 100. Yıldönümü Töreni’nde “ yasaları ve meslek etik kurallarını böylesine kapsamlı bir biçimde yok sayan bir dönemin geçmişte hiç yaşanmadığını” söyledi. Başkan Erinç, “Siyasetin hukuksallaşmasını beklerken, hukukun siyasallaşması konusundaki görüntüyü de eleştirilmesi gereken özel bir durum olarak nitelendiriyoruz” diye konuştu.

Törene 1000’i aşkın gazeteci katıldı





Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) düzenlediği Basında Sansürün Kaldırılışı’nın 100. Yıldönümü, bini aşkın gazeteci ve konuğun katılımıyla Dolmabahçe Sarayı’nda kutlandı. TGC tarafından, basın özgürlüğünün önemini vurgulamak amacıyla, basın özgürlüğünü savunan, bu uğurda çaba harcayan kişi ve kuruluşa ayrı ayrı verilen ödüller de sahiplerini buldu. Büyük Seçici Kurul, bu yıl kişi dalında, Milliyet Gazetesinden Gökçer Tahincioğlu ile Vatan Gazetesinden Kemal Göktaş’ı, kurum dalında ise Basın Müzesi’ni ödüle değer buldu.



Sansürden Yasağa 1 Sergisi düzenlendi

Törende ayrıca bir de sergi açıldı. “Sansürden Yasağa 1” adı verilen sergide, Basın Müzesi’nde yer alan sansürün uygulama biçimlerinin örnekleri sergilendi. Sergide, basına yasakların ağırlıklı olarak gündeme geldiği, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası dönemlerden ilki olan 1960’daki uygulamalar yer aldı. Sergide yer alan belgelerde mahkemeler tarafından verilen yasaklama kararları, Tahkikat Encümeni ile Sıkıyönetim Komutanlıklarınca verilen karar örnekleri ile bunların basına yansıyış biçimleri panolarla yansıtıldı

83 gazeteciye armağanları verildi



Gecede ayrıca, son bir yıl içinde Sürekli Basın Kartı almaya hak kazanan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi 83 gazeteciye de armağanları verildi

Basında Sansürün Kaldırılışının Yıldönümü

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 10 Haziran 1946’da kurulmasının ardından gazeteciler özel meslek günü olarak kabul edilen 24 Temmuzlar “Basın Bayramı” olarak ilan edilmiş ve kutlanmaya başlanmıştı. Ancak basın üzerindeki kısıtlama ve yasakların artması ve devam etmesi sonucu önce “Geleneksel Gazeteciler Günü” olarak adlandırılmıştı. 24 Temmuz 1908, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Tüzüğü’nde “Basın Özgürlüğü Yolunda Mücadele Günü” olarak tanımlanıyor.

22 Temmuz 2008 Salı

Işığı karanlığa tutun, gözlerinize değil!

Tarihimizi, özellikle de cumhuriyetten bu yana incelediğimizde, Egenekon benzeri olaylar her zaman var. Faili meçhul cinayetler her dönem olmuş ve olmaya devam etmekte. Devletin resmi örgütlenmesinin dışında kimi gizli güçlerin devlete ve kurumlarına egemen olma isteği ve kavgası da bugüne kadar sürüp gelmiş. Hatta kimi zaman iktidardaki hükümetlerin bunlarla işbirliği ya da desteği de eksik olmamış.
Bugün gelinen noktada, başlatılan soruşturmanın yöntemi, iddiaları, sunuş biçimi tartışılabilir, fazlasıyla tartışılıyor da.

Ancak AKP iktidarının bu soruşturmayı fırsat bilerek bazı kişi ve kurumları köşeye sıkıştırma niyeti bir yana, ülkemizde yaşanan on binlerce yasa dışı cinayetin, sosyal olayların ortaya çıkarılması için uygun zemin ve koşulların oluşması ihtimalini olsun, göz ardı etmeye kimin hakkı vardır?

Bu ülkenin tarihinde bir kara leke gibi duran karanlık sayfaları aydınlatacak ışığı yakmanın zamanı gelmiştir. Bu konuda tavır alması gereken insanların da her türlü önyargıyı bir yana bırakarak ışığı gözlerimize değil, karanlığa tutmaları gerekiyor. Aksi halde yakılan bu ışık karanlığı aydınlatma yerine yalnızca gözlerimi kamaştırır, görmemizi engeller.

Birileri zaten yıllarca gözlerimize hep gözbağı taktılar, kendilerini görmeyelim diye, sonra da balık tutmaya, resim yapmaya başladılar!
Şimdi görmeyelim diye ışık tuttukları gözlerimizin içine baka baka yalan söylediler, şimdi de hiçbir şey hatırlamıyorlar.
Ergenekon soruşturmasını AKP adına bir demokrasi, özgürlük, insan hakları mücadelesi gibi göstermeye çalışan liberal solcularımıza ve AKP’ ye karşı çıkma içgüdüsüyle Ergenekon benzeri örgütlenmeleri mazur göstermeye, hatta desteklemeye çalışan sözde ulusalcılara inat, Türkiye’ de demokrat, ilerici, yurtsever herkes ve her kesimin çok daha duyarlı olması gerekiyor.

Geçmişten bu yana devam eden faili meçhul cinayetler AKP hükümetleri döneminde de sürmüş, sürdürülmüştür. Hiç kimsenin, bu yasa dışı olayların, cinayetlerin gizli kalmasına neden olacak bir tavır içerisinde olma hakkı yoktur. Kim ki, bu olayların üzerine gidecek cesaret ve kararlılığı gösterebiliyor, bu konuda samimi çaba gösteriyorsa, Türkiye de demokrat, odur.

Demokratlığı bir yafta gibi boyunlarına takıp, toplumu yönlendirmeye kalkanların, kendi siyasi hırs ve çıkarları uğruna bu güzel ülkenin geleceğiyle oynamaya hakkı olmadığı gibi tarih önünde bunun hesabını kolay veremezler.

Kaldı ki, Türkiye’ nin aydınlık geleceğini kurma, ülkemizi karanlıklardan çıkarma, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı, laik, demokratik cumhuriyeti koruma ve yaşatma kararlılığını gösterecek halk iradesiyle, AKP iktidarını birbirine karıştırmamak gerekiyor.
Ne yazık ki, sol liberal aydınlarımızın da katkılarıyla iyice karışan kafalarımız; karanlık yerine, gözlerimize tutulan ışıkla, bir akıl tutulmasıyla karşı karşıya!
Kimi dürüst savcı ve yöneticilerin son günlerde cesaretle üzerine gittikleri kimi olayların açığa çıkmasını istemekten, AKP’ ye prim yaptıracağı savıyla geri durmanın demokratlıkla ne ilgisi var?

Üstelik de bunu solculuk adına yapanları anlayabilmek, hiç mümkün değil.
Türkiye’ de geçmişte gizli kalmış tüm yasa dışı olayların, cinayetlerin ortaya çıkarılması için verilecek mücadele; demokratım, ilericiyim, devrimciyim, müslümanım diyen herkes için bir namus borcudur.
Hiç kimsenin de bu borcu ödemek için üzerine düşen görevi erteleme, savsaklama ya da kimi politik, ideolojik kaygılarla yok sayma lüksü yoktur.
Yeter artık, kaldırın gözlerimize diktiğiniz ışığı, önümüzü aydınlatması için karanlığa tutun ışığı, önümüz aydınlansın……..

AYHAN ONGUN
ayhanongun@gmail.com

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Bütün yollar BOP'a çıkar

Ergenekon Üzerinden Bir Ufuk Turu...
Prof.Dr. EROL MANİSALI

- ABD, İngiltere, İsrail, AKP, BOP...

- Abramowitz, Wolfowitz, Erdoğan, Gül, Babacan, Bush, Rice ve BOP...

- PKK, DTP, Talabani, Barzani, Kürdistan, BOP...

- Ergenekon, Erdoğan, Gül, Amerika, İsrail, İran, BOP...

- Faks, mektup, rüya, fal, Ergenekon, BOP.

- Gözaltı, baskı, karartma, servis, Amerika, BOP...

- Taraf, Zaman, Vakit, Nakit, Gülen, BOP.

- Gallipoli, senaryo, belge, Amerika, Ergenekon, BOP...

- RAND, Erdoğan, Gül, “ılımlı İslam”, BOP...

- Afganistan, Irak, Lübnan, Suriye, İran, Türkiye, BOP...

- Kıbrıs, Talat, Hristofyas, ABD, AB, İsrail, BOP...

- Özelleştirme, piyasa, yeşil sermaye, cemaat, tarikat, şeriat, BOP!..

- Arap, kral, şeyh, petrol, yeşil, BOP...

- AB, Federasyon, Kürdistan, Osmanlı, Sevr, BOP...

- Amerika, üs, çekiç güç, nükleer silah, BOP...

Oyun basit, karıştıran kim?

Bu bir bilmece değil, oynanan oyunun özeti böyle, iş bu kadar net ve basit... Bu açık seçik oyunun anlaşılmaması için kafalar özellikle karıştırılıyor.

- Kimin neyi, niçin yaptığı anlaşılmasın.

- Yollardaki engeller temizlensin.

Hedefler bellidir: Irak, İran ve Türkiye başta olmak üzere dünyanın en kritik bölgesindeki ülkelerin bölünerek arka bahçe haline getirilmeleri. Aynen, Gül’ün 8 Mart 1995’te TBMM kürsüsünden haykırdığı gibi...

ABD, İngiltere ve İsrail’in yürüttüğü BOP’a, AB de destek vermek zorunda. ABD-AB ortaklığı olmadan Batı kapitalizmi, düzenini sürdüremez.

Mart 2003’ten beri Irak’ta yüzyılın en büyük katliamı sürdürülüyor. Irak’ı parçalayınca diğerlerine başlamak istiyorlar.

- Türkiye içerden bölünüyor, Irak’taki gibi top sesleri duyulmuyor...

- Türkiye’de karanlığın, sessizliğin, baskının, yıldırmanın korkusu yaşatılmak isteniyor.

- Devlet kurumları karşı karşıya getirilmiş.

Türkiye “gölge boksu” yapan biri haline dönüştürülmüş. Düşman yerine, aynada kendisiyle vuruşuyor.

Karşımızdaki düşman kim? Bizi bölüp birbirimize düşürenler ortada, sokaktaki insan görüyor ama “devlet bunları göremiyor”.

- ABD, AB, İsrail Kürdistan’ı kuruyor, bizi bölmek için. Bunu görmezlikten geliyoruz. “PKK ile oyun oynatılıyoruz, sıkıştırılıyoruz.” PKK bir araç, kullananlar arkada.

“Devlet onlarla yüzleşmiyor”, gölge boksu yapıyor, aynada kendisiyle vuruşuyor...

- Kendi kendimizi nereye kadar aldatacağız? Sömürgeciler ezip geçtikten sonra yapacak bir şey kalmaz, altında herkes ezilir, işbirlikçiler de kendilerini kurtaramazlar.

Oynanan oyun ortada, herkes suçluları görüyor. Kimse gerçek suçluların üzerine gitmiyor. “Sessiz darbe” ile işgal edilirken, “Postallarla Çimenlere Basmayın” levhası asıyoruz.

“Kral çıplak” demekten herkes korkuyor. “Kralın çıplak olduğunu söylerseniz, sizi içeri atarız” diye sindirmek istiyorlar.

Biz de “naylon suçlularla” gölge boksu yapıyoruz. 70 milyonun, “Kral çıplak” diye haykırması gerekiyor, sömürgecinin suratına tokatımızı şaplatmalıyız...

Biz birlik olduğumuz zaman onlar kendiliklerinden kaçmaya başlarlar, içimizdeki ortaklarıyla birlikte...

Cumhuriyet / 11-07-2008

LİBERAL DEMOKRASİDEN ILIMLI İSLAM DEMOKRASİSİNE

Prof.Dr.EROL MANİSALI

80’li yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’de bir “liberal demokrasi” söylevi başlatıldı. 90’lı yıllarda da hızlanarak sürdürüldü.

“Liberal ekonomi” çok açıktı, yeni küreselleşme pazarlanıyordu. Peki liberal demokrasi neydi? Kimin liberalliği ya da özgürlüğüydü?

Bu ifade aslında, “Batı kapitalizminin yaratmak istediği insan ve toplum tipinden” ne anladığının ifadesiydi.

- Liberal olan kimdi? Birey mi, şirket mi, yoksa toplum mu? İşin bu kısmı biraz karışıktı.

- Birey, önünde raflara dizilen malları seçmekte özgür olacaktı. Ya da “paketlenerek sandığa kilitlenen” adaylardan birine oy verecekti. Kıyıları parsellenmiş bir ülkede, “kıyıda dolaşmak serbesttir” levhası asmak gibi bir şey.

- Liberal demokrasi “toplumsal özgürlüklerin yok edildiği” bir düzene verilen isimdi. Batı, Türkiye benzeri ülkelerde bunu hep pazarladı durdu, ama başarılı olamadı.

- Özalcılık, Türkiye’deki liberal (ya da biçimsel) demokrasinin adıydı. Özal giydiği şortuyla, hız sınırını aştığı BMW’siyle liberal demokrasiyi yaşatmaya çalıştı.

- Amerika bu denemesinde başarılı olamamıştı. Göstermelik liberal demokrasi kırsala ve varoşlara çok uzak kalmıştı. İşte bu nedenle ANAP da DYP de silinip gittiler.

Emperyalizmin hapları

Rand Corporation laboratuvarında yeni bir ürün üretildi. Ürünün adı “Ilımlı İslam demokrasisi”ydi. Ürünü bulanlar Morton Abromowitz, Graham Fuller, Richard Holbrooke, Paul Wolfowitz gibi CIA’nın has Ortadoğu uzmanlarıydılar.

Hatta laboratuvarda üretilen ürünün denekleri bile seçildi(*). İslamcı kesimden ABD’ye transfer edilip formalarını değiştirenlerden çok başarılı sonuçlar alındı.

2000’li yılların başlarında ise “Ilımlı İslam demokrasisinin 70 milyon insana uygulama operasyonu başlatılmıştır.”

Ama yine de bir kuşku vardı içlerinde. “Liberal demokrasi ürününde”; liberal sözcüğünün arkasına saklanılarak yine de pek çok şey yutturulabiliyor, pazarlanabiliyordu.

Ama gelgelelim dincilikle, yobazlıkla demokrasi nasıl yan yana konup yutturulabilirdi! Dinci iktidar deyince ister istemez akla feci şeyler geliyordu.

- S. Arabistan’da simit çalan çocuğun kolunu kesen rejimler vardı...

- Yüzü yanlışlıkla açıldı, saçı görüldü diye taşlanarak öldürülen kadınlar görülmüştü...

- Kadın-erkek eşitliği hak getire; o rejimlerde kadın insandan bile sayılmıyordu.

Şimdi sen kalk, dinci bir yapı getir, “bunun adı ılımlı İslam demokrasisidir” de...

Bu düzmeceyi kendi yobazlarına bile yutturamazsın. Peki, ne olacak şimdi bunun sonu? Adamlar Rand Corporation’da formülü üretmişler. Buldukları yeni transferleri kandırarak ikna etmişler. Formalarını giydirip sahaya da sürmüşler.

Türkiye muz cumhuriyeti olamaz

Burası şeriat düzeninin egemen olduğu Arap çölleri değil! Burası laik, demokratik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti.

Köylüsüyle, işçisiyle, esnafıyla, aklı başında patronuyla, barolarıyla, üniversiteleriyle, yargı kurumlarıyla, kimi milletvekili ve kimi gazetecisiyle, askeriyle, siviliyle, 70 milyonuyla Atatürk devrimlerinin, Cumhuriyetin, Lozan’ın, hukuk devletinin, laikliğin, çağdaş değerlerin ve katılımcı demokrasinin sahibiyiz, sahibi olmak zorundayız. Bu toplumda, üç beş dinci işbirlikçi gerçekten azınlıktadır.

Rand Corporation’da üretilip seçilmiş deneklere uygulanan emperyalizmin haplarını 70 milyon yurttaş kabul etmeyecektir.

Ilımlı İslam demokrasisi, emperyalizmin yutturmacasından başka bir şey değildir. Son olaylar mı? Faşizm aynaya bakıp kendinden korkmaya başladı.

Yaşanan şiddet, korkunun belirtileri...

(*) 20 Ekim 1996 Aydınlık Dergisi; “AKP-Ordu-Amerika Üçgenindeki Türkiye” içinde ayrıca yayımlandı.

Cumhuriyet / 07-07-2008

BATI'NIN TÜRKİYE LABORATUVARI

Prof.Dr.Erol Manisalı/CUMHURİYET

- Sömürgeciliğe karşı çıkanlar, Atatürk devrimlerini savunanlar, Cumhuriyetçiler hedefte...

- Büyük Ortadoğu Projesi’ne hayır diyenler, Irak’ta insanları, Müslümanları öldürmeyin diyenler hedefte...

- Hukuktan, halktan, gerçek demokrasiden yana olanlar hedefte...

- İnsanlıktan, aydınlıktan, çağdaşlıktan yana olanlar hedefte...

- Halkımız, insanımız, Türkiyemiz, 70 milyonumuz hedefte, bölgemiz hedefte...

Birkaç haftadır İstanbul’dan kaçmış, Ege’nin sakin bir köşesine saklanmış yeni kitabımı yazıyorum, Batı’nın yeni Türkiye politikasını... Yaşamakta olduğumuz inanılmaz olayların “bu politika içindeki yerini” görmeye çalışıyorum.

- Türkiye’de olup biten inanılmaz olaylar Ahmet, Mehmet, Ayşe meselesi değil.. filmin birkaç karesi içine sıkışıp kalmak yanlış olur.

- Olayın büyük oyuncuları ile maşaları birbirine karıştırmamak gerekiyor. Maşalar her gün televizyonlarda, gazetelerde, meydanlarda gördüğümüz yüzler...

Onların iplerini tutan eller ortalıkta görülmezler.

Hedefteki 70 milyon

Batı’nın yeni Türkiye politikasında hedefte biz varız, Türkiye var, 70 milyon insan var.

- Ülkemizi bölmek, sınırlarımızı değiştirmek istiyorlar...

- Cumhuriyet’in yerine, çağdaş bir ülke yerine, Atatürk’ün devrimleri yerine, “dinci bir düzen” getirmek istiyorlar.

- Yaşadığımız inanılmaz olaylar bundan kaynaklanıyor.

- Sömürgeci Batı ile içimizdeki maşaları el ele vermişler, “gerici ve antidemokratik düzeni dayatmak” istiyorlar. Ama halkın yüzde 90’ı Amerikan faşizmine karşı...

Saldıranlar kim?

- Saldıranlar, sömürgeciler...

- Saldıranlar, sömürgecilerin taşeronları...

İnsanlık tarihi bu tür baskılar ve saldırılarla doludur. Yakın tarihte Amerika’da Mc. Carty ve Avrupa ile Güney Amerika’daki örnekler... Hitler, Franco, Pinoşe dönemlerinde insan avına çıkılmadı mı? Solcu, yurtsever, demokrat insanlar kovalanmadı mı? Ama sonunda bittiler. Yenileri doğar onlar da biter, kullanılırlar ve kaybolurlar...

Amerika maşalarını sonra çöpe atar, “ya da deliğe süpürür”... İran Şahı’nı, Saddam’ı işleri bittikten sonra bir kenara attılar, hatta kellelerini bile kestiler.

Sömürgecileri arkalarına alıp kendi halkını ezenler, en sonunda sömürenlerle yüz yüze gelirler.

Şu anda Türkiye’de, “Batı’nın soğuk savaş sonrasındaki yeni politikalarını yaşıyoruz”. ABD, AB, Türkiye Laboratuvarı’nda “Ilımlı İslam modelini” üretmeye çalışıyor. DNA’ları değiştirerek yapay bir döllenme ile bunu zorluyor.

70 milyon, emperyalizmin bu canavarı üretmesine izin vermeyecektir. Türkiye bu toplumsal direnç birikimine sahiptir.

Taksim Meydanı’na, Kızılay’a, Konak’a çıkın.. rastladığınız insanlara Amerika’yı sorun... Toroslar’a çıkın Atatürk’ü, bayrağımızı sorun... Gerçek Türkiye ile yüzleşirsiniz.

Türkiye’de 70 milyonluk bir laboratuvar kurduklarını sananlar yanılacaklardır. “Marjinal olanlar”, bu laboratuvarda yabancı güçler adına çalışan işbirlikçilerdir.

Çok merak ediyorum, Avrupa basını Mustafa Balbay’ı nasıl değerlendirecek? İnsan kimliğiyle mi? Sömürgeci gözlüğüyle mi?..

1919, 1920’deki gibi garip bir dönemden geçiyoruz. Bir yanda İngiliz’in, Vezneciler Karakolu’na baskını oluyor, öte yandan işgal orduları ile futbol turnuvaları düzenleniyor.

İşgal ve diyalog yan yana, dinlerarası diyalog gibi... Fener devleti diyalog yolu ile dayatılıyor.

Batı, kendi dizine oturttuğu işbirlikçileri ile diyalog halinde... 70 milyonla uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor...

Cumhuriyet /04-07-2008