29 Ağustos 2008 Cuma

Doğrudan Demokrasi

Ayhan ONGUN
İSİDEF Genel Sekreteri


Son günlerdeki sıcak tartışmalar ve yoğun gündemle ilgili öyle sanıyorum, birçok insan da benim gibi şu sorunun yanıtını arıyordur.
Türkiye nereye gidiyor?

Susurluk’tan başlayarak Ergenekon’la devam eden süreçte, açılan pandoranın kutusundan dökülenler, her gün biraz daha karmaşık bir hal alıyor ve kafalar daha çok karışıyor. Siyasette yeni kavramlar ve alışık olmadığımız söylemler insanları şaşırtmaya ve yanıltmaya devam ediyor.

İnsanlar hem laik, hem tarikatçı nasıl oluyor, aynı zamanda hem solcu, hem liberal olmanın politik, ideolojik açılımı nedir?
Sosyal Demokrat olduğunu iddia eden bir parti nasıl oluyor da evrensel değerlerden vazgeçip, milliyetçi söylemlere yönelebiliyor, ulusalcılık adı altında neo-faşistlerle birlikte davranabiliyor?

Geçmişteki on binlerce faili meçhul cinayetlerin çözülebilmesinin önündeki en büyük engellerden biri olan devlet içindeki çetelerin açığa çıkarılması umudu varken, Ana Muhalefet Partisi lideri, nasıl oluyor da Ergenekon’un avukatlığına soyunabiliyor?
Ulusal medya bu korkunç kirliliğin içerisinde ne kadar temiz ve tarafsız kalabilir?

Atatürkçülüğü her türlü amaçları için bir kalkan olarak kullananların, Atatürk’ün kişileri putlaştıran doğmatik ideolojilere karşı olduğunu bile bile Kemalizm ideolojisinin arkasına saklanmasına destek verenlerin, nasıl oluyor da kendilerini solcu saydıklarını anlayabilmek mümkün değil.

Bu ve benzer soruları çoğaltmak mümkün.
Ancak soruların ardına sığınmak da elbet bir çözüm değil.
Tüm bu soruların yanıtını verecek, küreselleşme mağdurlarını örgütleyecek bir vicdan hareketinin siyasallaşması gerçekleşmeden çözüm bulmak mümkün görünmüyor.
Yaşamımıza yön veren, kutsal kabul ettiğimiz tüm moral değerlerin yerine egemen olan ahlaksızlık ideolojisinin toplumu teslim aldığı ve her türlü yolsuzluk, hırsızlık ve ahlaksızlığın doğal sayıldığı bir ortamda mevcut düzen partileriyle bu sorunların üstesinden gelemeyiz.

Rüzgar var ama Yeldeğirmeni yok!

İktidar yerine Ana Muhalefet partisi olmayı kendisine amaç edinmiş, e-muhtıra türü post modern kalkışmalara karşı tavır almayı bu misyonundan dolayı gereksiz ve uygunsuz gören bir CHP’ nin bırakın Sosyalist Enternasyonel’in belirlediği evrensel ilkelere sahip çıkmasını, asgari özgürlük ve demokrasi arayışlarına bile yanıt verebilmesi olası mıdır?
Genel Başkan yardımcılığını yaptığı Sosyalist Enternasyonel’in toplantısına katılmak yerine dut festivaline gitmeyi tercih edenler sonuçta ülke sorunları ve alternatif çözümler konusunda dut yemiş bülbüle dönerler.
Öte yandan ülke siyasetinde yer almak isteyen bir dolu örgüt ve siyasi parti, AKP’ nin oluşturduğu bu küresel siyasetin karşısında barışın ve emeğin küreselleşmesinden yana aktif politikalar geliştirecek bir sinerji oluşturamıyorlar.
Aslında tüm dünyada hızla yükselen özgürlükçü, demokratik dönüşümlerden, emek ve barıştan yana esen rüzgarı Türkiye topraklarına yönlendirecek bir yel değirmenine her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç vardır.

Bu yel değirmeninin doğru rotasını belirleyebilmek, tersten esen rüzgarlara karşı koruyabilmek için tüm demokrasi paydaşlarının güçlerini birleştirmesi, geçmişteki önyargılardan kurtularak, barış-emek-dayanışma ve özgürlük temelinde, toplumsal dayanakları güçlü bir siyasi örgütlenmeyi gerçekleştirmeleri şart olmuştur.
Aksi halde Ergenekon’ la başlayan bu süreci AKP’ nin sonlandırabilmesi, gizli kalmış olayların aydınlanması ve cinayet çetelerinden, darbecilerden hesap sorulabilmesi hayal olur.
Daha da kötüsü adı ne olursa olsun, görünen bu örgütün şimdilik görünen kişileri üzerinden tüm gizli kalmış suçların dosyaları bir daha açılmamak üzere kapatılabilir.
Geçmişle hesaplaşmadan, sorumlulardan işlenen tüm bu cinayetlerin, insanlık dışı uygulamaların hesabı sorulmadan Türkiye’ de yeni bir döneme geçilemez.
Geçilse de adı, yeni bir dönem olmaz.
Bu gün ülkemizde dünyada esen bu rüzgara uygun bir siyasal ve sosyal iklim oluşmuştur. Konjonktür, demokrasi güçlerinin her türlü işbirliği ve siyasal alternatif üretmesi için uygundur.
Artık, son kullanma tarihi geçmiş siyaset bezirganlarından kurtulmanın, ülkemizin aydınlık geleceğini kurma adına, yeni ve kalıcı sosyal politikaların oluşturulmasının, iktidar alternatifi olacak bir siyasi örgütlenmeyi gerçekleştirmenin tam zamanıdır.
Boşa geçirilecek zaman yoktur.

Kendisine, aydın, demokrat, devrimci, solcu, sosyalist diyen herkesin, bu ülkede yoksulluk, yolsuzluk ve ahlaksızlığın sona ermesi, insanların yarına güvenle bakabileceği, sabah özgür kalkabileceğine inanacağı bir ülkenin bireyleri olma hazzını ve onurunu yaşayabileceği bir demokratik toplum yapısına kavuşması için, çaba göstermesi gerekir.
Adına ister liberal desin, ister yenilikçi, sol-ist değil, gerçek anlamda solcu insanların oluşturacağı barış ve emek eksenli bir siyasal partinin Türkiye’ de maddi koşulları vardır.
Yeter ki demokrasi ve özgürlüklerden yana esen bu rüzgarı bir toplumsal enerjiye dönüştürecek yel değirmenini kurabilme azim ve kararlılığını gösterebilelim.
Türkiye’ de AKP’ ye alternatif olabilecek siyasi oluşum bu yel değirmeninin yayacağı enerjiden oluşacaktır ve ülkesine ve insanlığa karşı sorumluluk duyan herkesin ve her kesimin bu değirmeni çalıştırmak gibi bir görevi olmalıdır.
Gerçek solun temsil edilmediği bir demokratik yapı sağlıklı çalışmaz.
Siyasette taşların yerine oturması için de böylesi bir siyasal hareketin zaman geçirilmeden oluşturulması tarihsel bir zorunluluktur

ayhanongun@gmail.com

19 Ağustos 2008 Salı

Olimpiyatların ruhuna Uygun Davranmak

Ayhan ONGUN
İSİDEF Genel Sekreteri


8 Ağustosta başlayan PEKİN OLİMPİYATLARI Türkiye açısından tam bir fiyasko. Elbette bu olimpiyatlarda ülke olarak daha başarılı olmak, daha çok madalyayla dönmek amaçlandı. Ancak görülen o ki, niyet etmekle, dilemekle bu işler olmuyor. Olimpiyatlar ya da benzeri organizasyonlara uzun vadeli bir çalışma programıyla hazırlanmaz, sporcularınıza da uygun ortam ve olanakları sağlamazsanız başarısızlık sürpriz değildir.

Bu konuda Bakanlık ve ilgili Federasyonların çalışmalarını değerlendirmek, eleştirmek teknik bir konu, ben bunun üzerinde durmayacağım.
Asıl üzerinde durulması gereken konu, tarihi M.Ö 776 yılına kadar dayanan, Modern Olimpiyat Oyunları olarak ilki 1896 yılında Atina’ da gerçekleştirilen bu muhteşem organizasyonların yapılış felsefesi.

İlk yapıldığı yıllarda kölelerin katılmasına, kadınların bırakın yarışmayı, seyretmesine bile izin verilmeyen olimpiyatların düzenlenmesi için oluşturulan ULUSLAR ARASI OLİMPİYAT KOMİTESİ ‘ nin il toplantısında belirlediği 5 ilkeden biri “ Amatörlük kuralları kesinlikle uygulanacak” koşuluydu. Bir diğer önemli koşulda Olimpiyatların mutlaka gezici olması kuralıydı.
Gezici olması kuralına bugüne kadar uyuldu ve dünyada değişik kıtalarda, değişik ülkelerde düzenlenerek bugüne kadar gelindi.

Olimpiyat fikri ortaya atıldığında amaç; insanları fizik olarak güçlendirmek ama daha da önemlisi spor yarışmaları sayesinde savaşların önüne geçmekti.
Kuşkusuz kimi zaman bu organizasyonlara da politika karıştı, siyasi baskı ve yönlendirmeler, boykotlar oldu. Doping skandalları yaşandı.
Tüm olumsuzluklara karşın olimpiyatlar bugün on binlerce sporcunun yarıştığı, bir arada bulunduğu, birbirlerinden etkilendiği, milyarlarca insanın da izlediği muhteşem organizasyonlar.
Bu organizasyonların dünya barışına katkı sağlaması, ülkeler ve sporcular arasında oluşacak dostane ilişkiler sonucu savaşların önlenmesinde de çok büyük rolü olacağı yadsınamaz.

Ancak bugün gelinen noktada Olimpiyatlar, kuruluş felsefesine ve ruhuna hiç de uygun düşmeyen birer ticari organizasyonlar haline dönüştü.
Kuşkusuz gelişen, değişen ve o ölçüde de çelişen küresel dünyada sporun bu gelişmelerden ve vahşi kapitalizmin olumsuz etkilerinden uzak kalması düşünülemez.

Olimpiyatların yapılacağı ülkelerin belirlenmesi sırasında bile rüşvet dağıtıldığı, sponsor firmaların ne denli etkili olduğu düşünülecek olursa artık olimpiyatların “amatörlük kuraları kesinlikle uygulanacak” ilkesinin hiçbir anlamı kalmadığı görülür.
Doğal olarak da tüm ülkeler oluşan bu olimpiyat endüstrisinden pay alabilme yarışına girdiler.
Türkiye’ de, her zaman olduğu gibi kolaycı politikalar benimsedi. Kendi kaynaklarından sporcu yetiştirme yerine, devşirme sporcularla başarı elde etme yolunu seçti.
Tek madalya umudumuz Elvan Abeylegesse gümüş değil de altın madalya getirse ne değişirdi?

Almanya da yapılan olimpiyatlarda Amerika adına yalınayak yarışan ve 4 madalya kazanarak Hitler’i stadı terk edecek kadar öfkelendiren zenci atletJesse Owens’ in ülkesine yaşattığı gururu Elvan bize ne kadar yaşatabilir. Daha da önemlisi bu tür başarılar, olimpiyat ruhuna ne denli uygun düşer?
Küresel ekonominin baş aktörleri sponsor kuruluşlar, daha çok reklam yapacaklar, daha çok kazanacaklar, himayelerine aldıkları sporcuları tamamen profesyonel yöntemlerle vitrine çıkararak amaçları doğrultusunda kullanacaklar ve biz bunun adına Olimpiyat Oyunları diyeceğiz!
Bence bu organizasyonların adı “Küresel spor endüstrisi fuarı“ ya da “ Uluslar arası spor şenlikleri” olabilir ama bu şekliyle Olimpiyat asla olamaz, diye düşünüyorum

Olimpiyatların genel felsefesine uygun olarak ırkçılığa karşı olalım ama, madalya uğruna devşirme sporcularla kendimize de güldürmeyelim.
Aksi halde, her ülke ya da sponsor firmalar, dünyada öne çıkmış sporcuları parayla satın alır, istedikleri ülke adına yarıştırırlar.
Bu durum barışa katkı sağlamak bir yana, yarın uluslar arası güç savaşına bile neden olabilir.

Profesyonel kaygı ve beklentiler arttıkça, sporu endüstriyel bir ticari faaliyet olarak değerlendirme anlayışı egemen olacak ve giderek Olimpiyatlar, köleleri sporun içine katma yerine sporcuları köleleştirecektir.
Küresel firmaların reklam yıldızları, ya da rekabet için kullanacakları aktörler haline gelecek sporcularla yapılacak bir organizasyona artık Olimpiyat denmesi mümkün olamayacaktır.

ayhanongun@gmail.com

13 Ağustos 2008 Çarşamba

PANDORA'nın Kutusu Açıldı

Ayhan ONGUN
İSİDEF Genel Sekreteri


Ülkemizde son günlerde yaşanan kimi olaylardan sonra, artık bazı şeylerin eskisi gibi olması mümkün değil.
Her ne kadar içerisine gereksiz kimi bilgi, belge ve deliller serpiştirilmiş olsa da Ergenekon davasıyla birlikte Türkiye’ de yeni bir dönem başlamıştır.

Aslında başlayan salt Ergenekon davası değil, Türkiye’nin, toplumun kendisiyle yüzleşmesidir. Bu yüzleşme bizi karanlıktan çıkaracak, geçmişte yaşanmış bir dolu yasa dışı cinayet, eylem ve sosyal olaylar aydınlanacak, gün yüzüne çıkacaktır.
Kimileri olayları çarpıtmak, yarattıkları sanal örgütlerin üzerinden geçmişi yargılamak kolaylığına kaçmak isteyeceklerdir.
Böyle bir durum mevcut hükümetin ve elit bürokrasinin de işine gelecektir elbet.

Bu karışık durumdan yararlanmak isteyen fırsatçı liberal aydınlarımız ve solculuğu solist-lik düzeyinde kalmış sözde solcularımız ve durumdan vazife çıkartmaya çalışan tatlı su solcularına inat bu ülkenin gerçek yurtseverleri, ilericileri, demokratları, devrimcileri bu somut durumu iyi değerlendirmek zorundadırlar.
Bir kez kutusundan çıkmış ve ortalığa saçılmış bu kirli ilişkilerin izini sürmek, geleceğimizi karartan bu yasa dışı yapılanmaları yok etmek, her aklı esenin darbe yapmaya kalkışamayacağı bir ülkede yaşamanın huzur ve onurunu yaşamanın yolu, sivil kuruluşların, demokratik kişi ve kurumların ısrarlı, inatçı ve kararlı mücadelesinden geçmektedir.

Aksi halde bu işi çözmesini iktidar partisi ya da iktidarı hedefleyen partilerden bekleyemeyiz. Onlar iktidarın ışıltılı cazibesine kapılarak en sonunda, her konuda olduğu gibi anlaşırlar, üstelikte yarattıkları sanal suç örgütleri üzerinden faili meçhul cinayetleri kapatır, ya da sanal suçlular oluşturarak vicdanlarını rahatlatmanın yolunu bulurlar.

Cumhuriyetten bu yana işlenen tüm siyasi cinayetler, komplolar, entrikalar ve iktidar kavgası uğruna yapılan ahlaksızlıkların sorumluları sonuçta bu sistemden beslenmişlerdir ve doğal olarak da bu sistemin değişmesini, hala bu sistemin nimetlerinden yararlananlardan beklemek, abesle iştigal olur.

Bu olayların en yararlı yanlarından biri de giderek toplumun ve insanların kendini, geçmişi, geleceği sorgular duruma gelmeleridir.
Kuşkusuz toplumun bu duyarlılığından rahatsız olanlar, insanları yeniden siyasetten uzak, sorunlara karşı tepkisiz kılmak adına yeni senaryolar oluşturacak, önümüze tartışacak, bizleri meşgul edecek yeni konu ve olaylar çıkaracaklardır.

Cumhurbaşkanı Gül’ün rektör atamalarında taraflı davrandığı eleştirisini yapanlara karşın, eski Cumhurbaşkanı Sezer’in de aynı tür uygulamalar yaptığını savunan yandaş medya ve AKP yanlılarına sormak gerekir.
Sorun Cumhurbaşkanlarının taraflı davranmasından öte, rektörleri seçmesi istenen akademisyenlerin özgür iradesine rağmen YÖK’ ün yaptığı sıralamaya göre atama yapılmasını ön gören YÖK sisteminin, Rektör atama yönteminin değiştirilmesi değil midir?.
Bu konu da artık kamuoyunun gündemindedir ve eski, mevcut haliyle devamı mümkün değildir.

Öte yandan anayasa değişikliğine ilişkin yapılan tartışma ve görüşmelerde, bugün yaşadığımız kirliliğin temel nedenlerinden sayılan siyasi partiler ve seçim yasalarının değiştirilmesi, herkesin ve her kesimin temsil edilmesini sağlayacak bir düzenlemenin yapılması hiç gündeme gelmiyor.
Mecliste temsil edilen siyasi partiler, mevcut sistemin bu haksız uygulamalarından ve liderler de parti içi egemenliklerini sürdürme adına bu ayıplı yasalardan yarar umuyorlar.

Ancak şu gerçeği kabul etmek gerekir. Siyasi Partiler ve Seçim Yasası değişmedikçe, çağdaş normlara ulaşmadıkça; ülkemizde siyaset ve toplum kirlilikten, şaibelerden kurtulamayacaktır.
Toplum adına, Ergenekon bahanesiyle böyle bir fırsat çıkmıştır.
Bu fırsatın çok iyi değerlendirilmesi gerekir.

Toplumu düşman kamplara bölmeden, sınırları belirsiz kamplara ayırmadan; laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletine yaraşır yeni bir anayasanın hazırlanması, geçmişte yaşanan tüm yasa dışı uygulamaların ortaya çıkarılarak, sorumlularının cezalandırılması ancak toplumsal muhalefetin çabası ve kararlılığıyla mümkün olacaktır.

Aslında bugün çok daha farklı konuları yazmak istiyordum.
Kuzeyimizde başlayan, tüm dünyayı etkileyebilecek önemdeki güç savaşları, doğumuzda yine içimizi acıtan terör saldırıları, hemen yanı başımızda, Tuzla tersanelerinde işlenen cinayetler, güneyde yakılan ormanlarımız, daha da önemlisi içimizdeki düşman….
Ancak her şeye, tüm olumsuzluklara karşın yüreğimizde sönmeyen ateş!...
Şimdi bu ateşi söndürmeye çalışanlara karşı, ortak tutum ve mücadelenin tam zamanıdır.
Ne demiş usta:
Bizden sonra gelecekler
Demir parmaklıklardan değil
Asma bahçelerinden seyredecekler
Bahar sabahlarını, yaz akşamlarını

ayhanongun@gmail.com

Enerji Savaşları

Ozan CEYHUN
ozanceyhun@googlemail.com


Türkiye 'arka bahçesi' açısından iki büyük dev ile çok sorun yaşayacağa benziyor. Türkiye'nin Kafkasya, Orta Doğu ve Asya'daki 'hayati çıkarları' maalesef Rusya ve Çin gibi iki 'süper devin' çıkarları ile çakışmakta. Bu sorun Azerbaycan'da da gündeme gelmişti. Ermenistan'ın haksız bir şekilde işgal ettiği Azerbaycan topraklarından atılması Rusya tarafından engellenmişti ve Türkiye ordusunu modernleştirdiği müttefiki Azerbaycan'ın Rusya destekli Ermenistan ordusuna karşı yenilgisini izlemek zorunda kalmıştı. Şimdi de 'Rusya tarafından parçalanmak istenen' Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü savunmaya kalkması sonucu Rusya'nın saldırılarına maruz kalmasına karşı yapabileceği fazla bir şey yok. Gürcistan iki ülkeden muhteşem desteğe sahipti bugüne kadar: Türkiye ve Almanya.

Gürcistan lideri Saakaşvili'nin Güney Osetya'yı askeri gücüyle dize getirmeye kalkması aslında stratejik olarak bir hataydı. Rusya için bulunmaz bir fırsat oldu. SSCB'nin çöküşünün ardından bir dönem 'kağıttan kaplan' muamelesi gören bu devin ne 'ön' ne de 'arka bahçesinde' rahatsız edilmeye tahammülü yok! Türkiye'nin de Doğu Akdeniz'in en büyük gücü olarak Kafkaslar'a kayıtsız kalma lüksü yok! Balkanlar, Orta Doğu ve Kıbrıs Türkiye'nin güvenlik ve ekonomi stratejileri için ne kadar hayati ise Kafkaslar'da aynı öneme sahip. Azerbaycan ve Gürcistan gibi müttefikler ve Çeçenistan'ın bağımsızlığı için haklı bir mücadele veren güçler doğal olarak bu bölgede güçler dengesi açısından çok önemli aktörler. Rusya bu nedenle Türkiye'den rahatsız. Ancak Türkiye artık öyle bir konumdaki, Rusya için 'yutulabilir bir lokma' değil. NATO üyesi ve AB üye adayı ve de Doğu Akdeniz'in tek hakimi güçlü bir devlet ile ilişkilere önem veren Rusya bu nedenle Türkiye'nin gaz ihtiyacının %70'ini sağlamakta.

Gürcistan'ın toprak bütünlüğü işte bu noktada yani 'enerji' söz konusu olduğunda 'bir olmazsa olmaz'. Bu nedenle Gürcistan'ın arkasında ABD ve AB var. Dünya genelinde enerji alanlarında 'dünyanın jandarması' konumundaki ABD için Rusya'nın burnunun dibinde ve 'enerji yollarının' orta yerinde bir Gürcistan, çok değerli. Öte yandan hala ortak bir 'Enerji Startejisi' olmayan ve tamamen dışa bağımlı AB'de meydanı boş bırakmamaya özen göstermekte. Bu açıdan hem ABD hem de AB için Türkiye ve Gürcistan işbirliği çok yararlı. Ancak bu ülkeye Rusya'nın bu derece yakın olması 'ellerini kollarını bağlamakta'. Bu nedenle NATO üyesi olmaya hazırlanan Saakaşvili, Rusya karşısında yapayalnız kalmaya mahkum. Rusya, bu dengesiz savaşta bölgede güçler dengesini lehine çevirmekte. Güney Osetya artık Rusya'nın. Gürcistan önümüzdeki on yıl sorun yaratamayacak bir şekilde imha edilmekte.

Bu arada ABD, belki de bu şekilde planlamaksızın Rusya'nın 'stratejik nasırına basıldığında' nasıl tepki verdiğini test etmekte. Olan ölen sivillere oluyor. Yine çocuklar ve kadınlar çekmekte 'enerji savaşının' acılarını! Ama bundan sonra bu tarz 'Enerji ve Su Savaşları' çok sık gündeme gelecek. Devler direk savaşmaksızın enerjinin ve suyun kaynağındaki müttefikleri aracılığı ile 'bilek güreşine' devam edecekler.

KKTC'de su da enerji de yok. 'Ateşkes' sonrası elektrik faturalarında artışlar Güney Osetya'nın çok yakında olduğunu hissettirecek herkese. Gaz ve petrol alanındaki uluslararası devler şimdiden ateşkes sonrası planlarını çekmecelerden çıkarmaktalar. Bu duruma tek alternatif olan Güneş Enerjisi konusunda 'pahalı' olduğu için şimdi yatırım yapmayanlar yarın 'çok geç kalındığının' farkına vardıklarında karanlıkta oturuyor olabilirler!

5 Ağustos 2008 Salı

Anayasalar Toplumsal Uzlaşı Gerektirir!

Ayhan ONGUN
İSİDEF Genel Sekreteri


Bir yanda Ergenekon davası ve dosyada yer alan magazin ağırlıklı belge ve deliller konuşulurken, diğer yanda, sona eren AKP kapatma davasıyla ilgili yorum ve değerlendirmeler devam ediyor.
Gazete sayfalarında ve televizyon kanallarında her gün, bu konular artık bıkkınlık verecek derecede yer alıyor.
Gerek AKP kapatma davası ve gerekse devam eden Ergenekon davasıyla ilgili tüm ön yargıları bir kenara koyarak bir değerlendirme, daha doğrusu bir beyin egzersizi yaptığımızda vardığımız sonuç nedir?
Bu konulara ilgi duyan herkesin aslında bunu yapması gerekir.

AKP için açılan kapatma davası ne kadar haklı ya da yasal gerekçelere dayandırılmıştı?
Kapatılmamasının toplum üzerindeki etkisi ve siyasete katkısı ne ölçüde olmuştur?
Kapatılsaydı, olası siyaset senaryolarından ülkemiz nasıl etkilenirdi?
Ergenekon davasının geldiği nokta da kamu vicdanını rahatsız eden konular nelerdir?
Üzerine gidilmesi halinde bu süreç bizi faili meçhul on binlerce cinayetin ardındaki güçlere kadar götürebilir mi?
Daha da önemlisi ve güncel olanı, son YAŞ kararlarında ihraç çıkmamasının, AKP kapatma ya da Ergenekon davasıyla ilintisi var mıdır?

Bu ve benzeri soruları uzatmak elbette mümkündür.
Ancak özellikle üzerinde durulması, tartışılması gereken konu sanırım tüm bu soru ve sorunların da kaynağı sayılabilecek, anayasada yapılması gerekli değişiklikler, daha doğrusu yeni anayasa hazırlanması çalışmaları.

Türkiye’ de siyasi krizlerin yaşandığı her dönemde olduğu gibi, şu günlerde de yeni anayasa tartışmaları yine gündemde.
Siyasi Partiler, sendikalar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları kendilerine göre yeni anayasa taslakları hazırlıyor, ya da kendilerini ilgilendiren konularda anayasada yer almasını istedikleri konulara ilişkin görüş ve önerilerini rapor haline getirip, kamuoyuyla paylaşıyorlar.

Bunlar demokratik bir ülkede olması gereken olağan tepkiler.
Ancak demokratik kurumların yaptığı bu çalışmaların toplumun en geniş katılımıyla gerçekleştirilmesinde yarar var.
Aksi halde, bir ülkede yaşayan tüm bireylerin haklarını ve özgürlüklerini güvence altına alması gereken anayasa orta yerde savunmasız kalabiliyor. Bugün hepimizin kişisel, sosyal, siyasal, toplumsal yaşamını düzenleyen 12 Eylül anayasası, toplumun iradesine rağmen yapıldığı için hazırlayanlar tarafından bile savunulamıyor.

Ülkemiz için yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulduğu gerçeğini hiç kimse yadsıyamaz. Ancak hazırlanacak anayasa taslağının toplumsal bir uzlaşı sonucu gerçekleşmesi, yarın bu anayasanın ardında onu savunacak toplumsal dinamiklerin var olmasını da getirecektir.

Bu konuda en önemli görev de siyasi partilere düşmektedir. Mecliste grubu olsun, olmasın; toplumsal yaşam içerisinde yer alan tüm siyasal oluşumların ve demokratik kuruluşların görüş ve önerileri dikkate alınarak hazırlanacak bir anayasa, toplumdaki gerginliklerin ortadan kaldırılması ve sosyal barışın sağlanmasının da aracı ve güvencesi olacaktır.
İktidar partisi AKP’nin her zamankinden çok daha uzlaşıya açık, sosyal ve toplumsal dengeleri gözeten bir yaklaşım içinde olması, yeni hazırlanacak anayasanın başarısı için en temel koşullardan biridir.

Bilindiği üzere, önümüzde bir yerel seçim süreci var ve biz toplum olarak yine parti liderlerinin atayacağı belediye başkan adaylarını seçmek üzere oy kullanacağız.
Tıpkı genel seçimlerde, yine sayın parti liderlerinin belirlediği milletvekili adayları için oy kullandığımız gibi.
AB adayı, dünyayla entegre olmaya çalışan, çağdaş bir ülkeye yakışmayan, bu ülkenin insanlarının hiç de hak etmediği, bu seçim ve siyasi partiler yasaları ayıbından kurtulmanın zamanı gelmedi mi?

Kürsü dokunulmazlığının ardına sığınarak milletvekilleri için dokunulmazlıkların kaldırılması sözünden her fırsatta yan çizen AKP ve yasaklara ve barajlara en başta karşı olması gereken CHP, seçimlerden hemen sonra verdikleri sözleri unutup, bu ayıplı yasaların sonucuna katlanmaya bizleri mahkum ediyorlar.

Toplumdaki herkesin ve her kesimin temsil edilebileceği, baraj ve yasaklarla insanların seçme-seçilme haklarının engellenmediği bir demokratik seçim düzeninin oluşması, bireysel hak ve özgürlüklerimizin güvence altına alınacağı bir anayasal sistemin oluşturulması için özellikle de mecliste bizim adımıza görev yaptıklarını iddia eden milletvekillerine büyük görev düşmektedir.
Kişisel, grupsal, ideolojik, siyasal çıkar ve ön yargıları bir yana bırakarak, çağdaş, demokratik ve eşitlikçi bir anayasanın hazırlanması konusunda atılacak her olumlu adım toplumdan büyük destek görecektir.
Halkın kendi seçeceği adaylarla kendi kendini yönetmesinin, lider sultasından, onların işbirlikçisi delege ağalarının egemenliğinden kurtulmanın, şimdi tam zamanıdır.
Sayın Milletvekilleri, hiç değilse siyasal yaşamınız boyunca kamu vicdanını rahatlatacak bir iş yapmış olmanın huzurunu yaşamış olursunuz!

ayhanongun@gmail.com