9 Mart 2008 Pazar

AKP, TSK ve ABD üçgeninde: Türkiye


Bush yönetimi ile AKP üst yönetimi arasında BOP ve PKK ile ilgili olarak varılan anlaşmalar yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. AKP; iktidardaki siyasal parti; ordu, Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD ise bölgedeki BOP’un patronu olarak ülkemizin bütün yaşamını etkilemeye başladılar. Sorunun 1923’ten 2007’ye kadar Cumhuriyet’in kazanılmış değerleri ve onun karşısında olanlar arasında tehlikeli boyutlara geldiğine dikkatleri çeken Prof. Dr. Erol Manisalı ile yaptığımız söyleşide enine boyuna değerlendirdik.

(1923 - 2007) arası Cumhuriyet’in 84.yılını geride bıraktığımız şu günlerde kafalardaki soruyu size sorsak:“Nereden, niçin bu noktalara geldik ve nereye gidiyoruz”?

1923’te tek bir devlet vardı ve o devlet nereye gittiğini biliyordu. Ekonomik olarak fakirdi, ama kesin bir siyasi çizgisi vardı, nereye gitmek istediğini biliyordu. Tek devlet yapısı içinde sorun çözülmüştü. Bugün ise 2 başlı bir devlet var: Birincisi; Cumhuriyet’in kazanılmış değerleri ile Atatürk’ün 1923’te kurduğu, Lozan ile de sağlamlaştırdığı gerçek demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti.
Diğeri ise, içinde şeriatçı düzenin bulunduğu Washington ve Brüksel’e bağımlı, Lozan’ı kaldırmak isteyen bir düzen. Sahnenin önü ve arkası ayrı. Bugün sahnenin önünde söylenenleri ayrıştırdılar. Cumhuriyet’in 84.yılı kutlandı. Sahne nasıldı? Önde samimi Atatürkçüler, ama sahnenin arkasında Cumhuriyeti kutluyoruz diye, tam 84 yıl sonra 2007 Türkiyesi’nde kendi karşı devrimlerini, kerhen takiyye yaparak kutlayanlar vardı.
Cumhurbaşkanlığı’nda türbanlı ve türbansız olarak 2 ayrı kutlama yapıldı. Sanki “84. yılı biz bu noktaya getirdik, saptırdık” der gibi kutladılar

Cumhuriyet’in o kimyasal bileşiminde bazı damarlar ayrışmaya başladı

Peki biz bu gerçeği görüp, bu gerçekle yüzleşebilecek miyiz?

Kimimiz Atatürkçülük adına, kimimiz de Türkiye’nin bölünmemesi adına bir ara bayrakları kapıp meydanlara döküldük. Bugün artık taraflar netleşmeye başladı. Cumhuriyet kurulduğu zaman nereye gitmek istediğini biliyordu. Ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel alanda tam bağımsızlığı savunuyordu. Bugün ise kimyası hiç ama hiç uyuşmayan insanlar mitinglerde yan yana gelebiliyor. Cumhuriyet’in o kimyasal bileşiminde bazı damarlar ayrışmaya başladı. Akademisyenlerin kafasında, üniversitelerde, her zeminde devlet 2 başlılığa doğru yöneliyor.
İnsan ile Tanrı arasında olması gereken kutsal bir inanç bağı kirli siyasetin bataklığına çekiliyor. Bunu yapanlar İslama (ve Tanrıya) karşı büyük bir saygısızlık yapmış oluyorlar. Türban ve dini siyasi çıkarları için kullananlar en büyük günahı işliyorlar. Din gibi kutsal bir inancı siyasi çıkarları için kullananlar, silahsız teröristlerdir. Türkiye’deki antiemperyalist ve ulusalcı cephenin genişlemesi onları ürkütüyor.


Bir tarafta emperyalizmle işbirliği içinde olanlar, diğer tarafta ulusalcılar. Bu ayrışma tam olarak ne zaman başladı?

1980’li yıllardan beri nasıl yavaş yavaş ayrıştırıldığımızı kimse benden daha iyi bilemez. İlk ayrışmalar 70’li yıllarda başladı. Vehbi Koç AET’ye karşıydı. Planlama ve DPT aynı çizgideydi. Rahmi Koç ve Mustafa Koç ise 2.nesil olarak koptu ve ayrıştı. Modern ABD ve AB derken bir yandan da modern şeriatçılar türedi. AB ve ABD, Türkiye’de ve bölgede gericiliği, islamcılığı, bölücülüğü destekliyor. Kültürel bağımlılığı, askeri sömürgeciliği destekliyor. İşbirlikçiler de böylece ayrıştırılıyor.
Bir toplumda siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel ögeler ulusal bütünlüğün ayrılmaz parçalarıdır. Türkiye’de Atatürkçülük, ulus-devlet yapısı, ulusal bağımsızlık, kültürel ve dini kimlikler bir bütünü tamamlayan ögelerdir. Bu görüşlere sahip bütünleştirici aydınlar “emperyalizmin ve onun içimizdeki işbirlikçilerinin” hedefleri haline getiriliyorlar. Amaçları, “ulusal cephede bir araya gelmeye başlayan değişik çevreleri birbirlerine düşürmek”.
İdeolojik, etnik ve dini alanda yaptıklarını burada da tekrarlamak istiyorlar.
Herkes kendisine şu soruyu sormalı: “Acaba farkında olmadan ben de AKP’ye destek verdim mi? Ya da hala vermekte miyim? Bunu 73 milyon olarak hepimizin düşünmesi gerekiyor.
Ulusal ve antiemperyalist duruşa boş vererek; hatta bunu yapanları küçümseyerek, yabancı güçlerin dinci ve ayrılıkçı odaklarla işbirliğine neden olmadık mı?
Sosyal devletin yerle bir edilmesine kayıtsız kalarak; tekelci ve yabancı piyasa güçlerinin egemen olmasını sadece seyrederek, onların “dincileri kullanmalarına” ortam hazırlamadık mı?

ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgallerinin ardından PKK’nın yeniden güçlendiği söyleniyor. Ancak son zamanlarda Batı PKK’yi yalnız bırakır gibi bir tutum içinde. PKK’yı şimdilik frenleme karşılığının bedeli ne olabilir sizce?


AKP’nin 2002 sonrasında iktidara gelmesiyle, ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgallerinin başlamasıyla PKK yeniden güçlendi ve Türkiye’deki silahlı saldırılarını hızlandırdı. İşgal ve AKP iktidarı, aynı zamanda PKK’nın siyasallaşarak Meclis’e girmesini sağladı. PKK’nın BOP içindeki misyonu, AKP iktidarı ve Irak’ın işgali ile başarılı bir biçimde ortaya çıktı.
ABD, işgalle birlikte tırmandırdığı PKK için bir ara döneme geldi; PKK askıya alınıyor. PKK’yı şimdilik frenleme karşılığında ödünler sıralanmaya başladı.
DTP’nin Meclis’teki yerine dokunulmayacak ve sonuçta PKK siyasallaşacak. Barzani Yönetimi (Bağımsız Kürditan) ile gayri resmisi çoktan başalayan resmi temaslar başlayacak.Ekonomik destekle, AKP Barzani yönetimini daha da güçlendirecek. Böylelikle, 2003-2007 dönemindeki PKK’yı tırmandırma operasyonuna bir süre ara verilecek.
ABD ve AB kıskacı içine sokulmuş Türkiye, AKP yönetimi altında BOP’ta adım adım desteğini sürdürecek, misyonunu yerine getirecek. İstenen ise AKP hükümetinin, Barzani yönetimini resmen tanıyarak, Kürdistan operasyonunun önünü açmasıdır.

Türkye ABD ve AB tarafından nereye götürülmek isteniyor? PKK’nın BOP içindeki misyonu ve siyasallaşması sürecinde PKK içinde de ayrışmalar var mı?

1999 yılında Öcalan, Ecevit koalisyonuna Antiamerikancı ve Marksist olduğu için teslim edildi. PKK içindeki anti amerikancıları da ayrıştırdılar. Eğer Öcalan marksist olmasaydı, amerikancı olsaydı, göklere çıkarılırdı.Emperyalizmle işbirliği yapanlar, ister PKK’cı isterse dinci olsun, hepsi Türkiye’ye karşı kullanılıyor: Cumhuriyete, Türkiye’nin bütünlüğüne, Lozan’a, Laikliğe karşı.Laiklik dini inançlar yerine halkın kendisi tarafından yönetilmesidir. Gerçek demokrasi varsa laiklik de olur. Halkın kendi koyacağı kurallarla kendisini yönetmesidir. Uygarlık ise bir sonuçtur. Sebep değildir. Halkçılığın sonucudur. Laikliği biçimselliğe indirgerseniz, şeriatçılara yardım etmiş olursunuz. Sözde değil, özde olmak gerekiyor.İslamcı PKK, şeriatçılarla din üzerinden örtüştürülüyor.
PKK’yı da ABD, işbirlikçi bölücüler (islamcı PKK’cılar –Talabani ve Barzani bugünkü getirildiği durumlar) ve antiemperyalist bölücüler olarak ayrıştırdı.
Bütün bunları birlikte değerlendirdiğimizde, Türkiye’nin ABD ve AB tarafından nereye götürülmek istendiği ortada; belgelere, kararlara, haritalara geçmiş ve fiilen uygulanmaya başlanmıştır. Bu alışverişte kullanılan metalar şunlardır: federatif bir yapı içinde dinci bir Türkiye ile birlikte BOP’un tamamlanması. Herkes PKK’nın dizginlenmesi ile meşgul iken, diğer tarafta Barzani yönetimi (Kürdistan) yavaş yavaş meşrulaştırılıyor. PKK Türkiye içinde AB ve ABD desteği ile siyasallaşıyor. Dinci bir yapılanma giderek derinleşiyor.

Türkiye ulus devletle federasyon; Cumhuriyetle İslam devleti arasında sıkışıp kalmış durumda iken geniş bir kesimin de gerçek anlamda Cumhuriyete sahip çıkmadığını görüyoruz. Atatürkçü görünürken, ulusal politikalara ve sosyal devlete arkalarını dönerek, bugünlere gelmemizde rol oynamadılar mı?

Siyasiler, askerler, profesörler, gazeteciler, işadamları, sendikacılar, bürokratlar, sanatkarlar kendini aydın sanan herkes bu soruyu kendisine sormalıdır.
Eğer içinde bulunduğumuz bu tabloya karşıysak, bunun gereklerini de hep birlikte yapmak zorundayız. “Karşıyım ama yapabileceğim bir şey yok!”demek, en büyük yalandır. Bu kendi insanlığımızı reddetme, köleliğe ve faşizme evet demekle eş anlamlıdır. Barolar, sendikalar, üniversiteler, siyasal partiler, ulusalcı olduklarına inanan iş çevreleri, askerler hep birlikte gerçek demokrasi ve sosyal hukuk devleti için savaşmak zorundayız.
Cumhuriyet bir şablondu. İçindeki işlevselliği görmek gerekir. Sosyal devlet ve halkçılıktan eser kalmadı. Bunları söylemeden gerçek demokratik uygar bir toplumsal kimliğe bölünemeyiz. Yoksa işbirlikçi oluruz.

Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi fonksiyonel olarak ilginç bir oligarşik yapıyla karşı karşıya değil miyiz?

Türkiye’deki oligarşinin işlevselliğine bakmak gerekir. Oligarşi tüm dünyada var, AB ve ABD’de de. Avrupa’daki oligarşi; sanatta ve felsefede ilerlemiş kendisini ispatlamış, 200-300 yıllık bir geçmişe sahiptir. Türkiye’de ise çok farklı bir oligarşi var. Uygarlığın iki yüzü var, bir yüzü diğerinden çok farklı. İngiltere ve ABD Irak’ta 800 bin kişiyi kaybetti. Ne için kendi ülkelerinin refahı için. Dünyanın bir yerinden bir hortum çekilince diğer yana refah geliyor, ama rjim devirerek, kan dökerek yapılıyor bu. ABD ve İngiltere emperyalisttir, saldırgandır. Batı oligarşisinin içinde olsak da olmasak da ürünlerinden yararlanıyoruz. Gelişmiş Batı rejim devirerek kendi insanının refahını sağlıyor. BP’den İngiliz işçisi yararlanıyor. Bazen kan ile bazen ekonomik sömürü ile oluyor. Türkiye bugün oligarşi tarafından borçlandırılıyor.
Amerikan oligarşisi kendi içindeki makro ve mikro örtüşmesini sağlanmış. Mikro yani firmalar kazanırken makro örtüşmesi ile işçi ve köylü de kazanıyor.
Türkiye’deki olgarşi ise sürekli toplum ile çatışma halinde. Oligarşi sömürgeci, şeriatçi ve bölücü ile de işbirliği yapılıyor. Çok uluslu şirketlerin işbirliği sayesinde belli ve sınırlı sayıdaki şirketler K.Irak’tan para kazanıyor. Onların oligarşisi kazanırken, ülkenin bölünmesi parçalanması gerkmiyor, aksine insanlarını refaha ulaştırıyorlar.
Oysaki bizim Oligarşimiz kazanırken, Türkiye’nin bölünmesi ekonomik olarak sömürülmesi gerekiyor. Türkiye kapitalizmin kaybeden ucunda görülüyor. Büyük şirketler kazanırken diğerleri kazanmıyor. Makro mikro örtüşmesi yok. Batı Avrupa’da işçi grevi yüzünden düşen tek bir hükümet kalmadı. Kazançlar zarar görecek diye grevler istenmiyor ya da bir hafta bile geçmeden sonlandırılıyor. Medya cephesinden de bakacak olursak durum pek farklı değil.

Büyük gazeteleri çıkaranlar bizden gibi görünseler de işlevsel olarak şeriatçıları iktidara getirmek için yayın yapıyorlar. Washington ve Brüksel’in dayattığı sistem bunu gerektiriyor. Türkiye’nin dörtte üçüne Suudi Arabistan gibi bir şeriatçı düzen getirilmek isteniyor. İstanbul’a Patrikhane yapılması planlanıyor. Ama yine de bizim gibi düşünenlerin sayısı oldukça fazla. Çankaya’daki iki başlılık her kurumda var. Hatta bu AKP’nin gençlik örgütünde de var. Ulusalcı cephede de iki başlılık var. Bu fikir ayrılığından çok farklı bir şey.
Bush “Ya bizdensin ya da düşmanımızsın” diyor. Bu emperyalizmin dayatmasıdır.

AB bugün en ulusalcı birliktir.

Batı ülkelerinde küresellleşmeye rağmen artan bir ulusalcılık eğilimi gözlenirken, yine aynı Batı neden Atatürk’e ve Türkiye’nin ulusal bütünlüğüne karşı?

Çünkü bizim gibi ülkelerdeki ulusalcılığa karşı. Kendisi ulusal olacak ama, “Sen ulusalcı olursan ben seni sömüremem.Yelkenleri indirip, sınırları açıp, teslim olman gerekir” diyor. Şu da bir gerçek ki AB bugün en ulusalcı birlik olarak görülmektedir. Benim bayrağımı yok ederken yine benim bayrağımı kullanıyor. Dinimi istismar ederken yine dinimi kullanıyor. Kimin nereden hangi taraftan olduğunu daha iyi anlayabilmek için rahatsız edici unsurları görmek gerekiyor. Herkes ‘ben nerede duruyorum’ diyebilmeli. Bunu bugün sorgulamazsak farkında olmadan o saflara geçmiş oluruz.

Cumhuriyet dünü ve bugününe bakınca, dün; ekonomik ve siyasal olarak dışa daha az bağımlı
Türkiye’nin bugün kültürel olarak yozlaşan ve kendi dilini kaybeden bir ülke
Batılılaşma ve AB’leşme süreci adı altında ilginç bir sömürgeleşme sürecine sokulduk. Türkiye fiilien parçalanmaktadır. Meclis’te PKKmeşrulaştırılmıştır. ABD, İsrail ve İngiltere güdümünde son 12 yıldır her şeyi ile hazırlanmış bir senaryo ile Türkiye kültürel olarak da sömürülüyor. Cumhuriyet karşıtı arap milliyetçiliği çizgisinde yayınlar aldı başını gidiyor.
Türkiye’de 2 milliyetçilik akımı egemendir: Kürt ve Arap milliyetçiliği.
“Batının talepleri ile bizim taleplerimiz 200 yıldır ilk defa örtüştü” şeklinde beyanatlar veriliyor. AKP Gen. Mrk. Başkan Danışmanı Dr.Yalçın Akdoğan gibi siyaset sosyolojisi alanında eserler veriliyor.

Örtüşme meselesini burada biraz daha açalım isterseniz?

Türkiye’de 2 cephe ortaya çıktı. Güneydoğu’daki mücadelede işbirlikçilerle emperyalistler.
TSK aslında PKK’ya karşı değil, aslında ABD ve İsrail’e karşı savaşıyor. PKK’ya uydudan bilgiler veriyorlar. Amerikalılar peşmerge elbisesi giydirip, PKK’lıları eğitiyorlar.
12 Nisan’dan beri 73 milyona karşı, PKK değil, ABD var dedik. Olayı saptırdılar.
Kimi aydınlar bunu hatta, “Ne şeriat ne de darbe isteriz” diyerek emperyalizme hizmet eden bir slogana dönüştürdüler. Gardrop ya da protokol Atatürkçüleri bu sloganı dilerinden düşürmediler. Bu nedenle önce kafamızda herşeyi halletmemiz gerekiyor.
Dinci olmayan ancak liberal olan gazetelerimiz, AKP’nin iktidara gelmesinden sonra şeriatçılara ve bölücülere hizmer eder hale geldiler.
Ama esas amaçları onlara hizmet değil, Batı’nın gözüne girebilmektir. Hepsinin tek isteği var: Lozan delinsin, Türkiye bölünsün ve AKP yeniden iktidara gelsin.
Bize adeta “Demokrasi Oyunu”oynatıyorlar. Aslında ABD müthiş bir politika üretiyor? 84 yıldır Atatürkçülük iyi gitmedi. Aksamalar oldu. Hanefiler 200 yıldır iktidar savaşı veriyorlardı. 90’dan sonra dünya yeniden tek blok olunca Batı kapitalizminin tek yanlı hesapları üzerine oturtulunca azdılar. 60’lı yıllarda Demirel, Amerika kredi vermeyince Moskova’dan aldı. Siyasi destek alabiliyorlardı. 1974 Kıbrıs harekatına Sovyetler de destek verdi.
İş ve sermaye çevreleri benim gibi düşünenelere ve düşüncelere destek veriyor. Büyük sermayenin küçük bir bölümü ise Washington ve Brüksel ile anlaşmışlar. Diğer taraf ise buna karşı. 22 Temmuz 2007 seçimleri aslında yapay bir seçimdir. Oy sınıfsal olarak verilir. Bireysel olarak verilmez. Demokrasi bir paylaşım kavgasıdır. Bireyler yapamaz, örgütler yapar. Türkiye’de demokrasi oyunu oynanıyor. Önce farkında olunacak.