27 Eylül 2008 Cumartesi

Kobiler Zor Durumda!

Ayhan ONGUN
İSİDEF Genel Sekreteri



Okyanuslar ötesinden başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz dalgası ülkemizi de vurmaya başladı. Çok öncesinden başlayan psikolojik etki şu günlerde firmaları sarsmaya ve hatta bazılarını devirme aşamasına geldi.

Üretime ve ihracata dayalı bir büyüme ve kalkınma modelinin uygulanmaya konmasında ne denli geç kalındığı bu krizle birlikte daha net ortaya çıkacak.
Türkiye ekonomisinin lokomotifi durumundaki KOBİ’ lerin devlet tarafından desteklenmesi ve korunmasına yönelik yasal düzenlemeler ve iyileştirmeler henüz uygulamaya konamadan gelen bu kriz dalgası çok ciddi sıkıntılar yaratacağa benziyor.
Büyük bölümü henüz kurumsal gelişimini tamamlamamış KOBİ’ lerin ABD çıkışlı bu kriz dalgasına kendi olanaklarıyla karşı koymaları olanaklı değil. Ekonominin can damarı KOBİ’ lerin ayakta kalması, yaşatılması için mutlaka ciddi önlemlere ve desteklere gereksinim var.
Ancak görünen o ki, Sayın Başbakanımız ve hükümet yetkilileri medyayla polemik yapmak, muhalefeti susturmak için çok fazla meşguller. Onların önceliğinde bu tür konular yok.
Ekonomi ve sosyal yaşamda yaşanan sıkıntılar konusunda bunalan halkımızın önünü açması, aydınlatması gereken hükümet, karanlığa tutulması gereken feneri ne yazık denize tutuyor! İnsani yardım adı altında yapılan yolsuzluklara karşı tavır alma konusunda, ağırdan alıyor.
Göreve geldiği ilk gün “yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele edeceğiz” diyen Erdoğan’ın Başkanlığındaki bu hükümetin, özellikle de ikinci çalışma döneminde artan yolsuzluk iddiaları yanında. resmi rakamlara yansıyan yoksullukla mücadelede karnesi ne yazık, zayıflarla dolu.
Yasaklar konusuna hiç girmiyorum. Bu konuda sanki muhalefetle gizli bir ittifak içindeler ve kendileri dışındakilerin yasakları onları hiç ilgilendirmiyor.
Şu günlerde DTP ile ilgili parti kapatma davasında karar verilecek gibi görünüyor.
AKP’ ye kapatma davası açıldığında yeri göğü inletenlerin sesleri çıkmıyor. Bu konudaki çifte standart yalnız siyasilerde değil, medya da, aydınlarımız da ne yazık, yasaklar ve yasaklamalar konusunda çifte standart uyguluyorlar.
AKP’ nin kapatılması talebinin gerekçesi “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak” idi. DTP’ nin kapatılması talebinin ardında yatan iddia da” teröre kaynaklık eden olayların odağı olmak”
Terörü ve teröre kaynaklık eden kuruluşları önlemek, hatta giderek tamamen yok etmek ciddi, tutarlı bir sosyo-ekonomik proğramla ve kararlı bir mücadeleyle, her zaman mümkündür. Ama laiklik karşıtı eylemleri ve destekleyen odakları belli bir süre sonra ortadan kaldırmak mümkün olamıyor.
Hele de bu odaklar devlet içinde ciddi bir örgütlenme içine girmişler ve derine sızmışlarsa, onlardan kurtulmak imkansız hale gelebiliyor.
Bu durumda laiklik karşıtı olarak başlayan ve devleti ele geçirmeye yönelik bu tür faaliyetler terör olaylarından çok daha tehlikeli olabiliyor. İşte bu şekilde yaratılan canavar, yarın kendi destekçilerini de yok edebiliyor. Asıl olan canavarı iyi tespit etmek. Yapay tehlikeler yaratarak hedef şaşırtmaya çalışanlar asıl tehlikenin temelini oluşturuyor. Mücadele, bunlara karşı verilmeli!

Üzerinden 28 yıl geçmesine karşın artçı etkileri halen dün gibi hissedilen 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmadan; Türkiye’ de ne diğer farklı görünümdeki darbelerin hesabı sorulabilir, ne de özgürlüklerin genişletilmesi konusunda bir ilerleme sağlanabilir.
Kaldı ki, mevcut siyasi partilerin öyle bir niyeti de yok.
Bugün sözü edilen canavarların yaratılması, terörün farklı boyutlarda sürekli gündemde tutularak darbelere zemin hazırlanması, böylesi ortamlardan beslenen kan emicilerin ortaya çıkarılması için mutlaka geçmişin en ince ayrıntılarıyla sorgulanmasına gerek vardır.
Aksi halde ne on binlerce faili meçhul cinayetin aydınlatılması, ne milyonları aşan işkence mağdurlarının sorumlularından hesap sorulması mümkün olamayacaktır.
Bunları yapmadan bir ülkede iç barışı sağlamak, huzur ortamını tesis etmek, yokluğu ve yoksulluğu ortadan kaldırmak olanaklı değil.
Demokrasinin tüm kurum ve kurullarıyla işler hale gelmesinin yolu geçmişteki eylemleriyle demokrasiyi kesintiye uğratanlardan hesap sorulmasından, özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesinden, yasakların kaldırılmasından geçiyor.
Tüm bunlar yapılmadan ülkede siyasi istikrarı sağlamak mümkün olmayacağı gibi, siyasette istikrarın olmadığı bir ülkede ekonominin gelişmesi ve sağlıklı bir kalkınma gerçekleştirilemez.
O zaman da kaçınılmaz olarak, küresel dış etkilerin de tetiklemesiyle ekonomi, sarsılmaya başlar. Bu durumda da ilk yıkılacak kaleler KOBİLER olacaktır.
KOBİ’ lerin bu sarsıntıdan en az zararla kurtulabilmesi, ancak devletin desteğiyle ve bu konuda alacağı ciddi tedbirler, uygulayacağı radikal kararlarla olabilir.

Yeter ki, bu tehlikenin farkına varılabilsin ve ülkeyi meşgul eden gereksiz polemiklerden hükümet, başını kaldırabilsin.
Hükümet istediği her zaman kendisine yandaş medya bulabilir, ya da bu ülke kendisine yeni hükümetlerde bulabilir ama yıkılan, yok olan KOBİLER’ in yerine yenilerini koymak o kadar kolay olmaz.
Çok sıkıntılı bir süreçten geçen Türkiye ekonomisinde yeri ve önemi tartışılamayacak denli büyük olan KOBİ’ lere sahip çıkmak bu günkü hükümetin en önemli görevidir.
Geç olmadan gerekli önlemleri almayan hükümet bu sorumluluğun yükü altında ezilir. O yüzden Sayın Başbakan’ın artık yönünü ekonomiye çevirip, hiç değilse Aydın Doğan ya da Deniz Baykal’ la ilgilendiği kadar KOBİ’ lerle de ilgilenmesi gerektiğini, birilerinin hatırlatması gerekiyor, sanırım.
Bu ülkenin ekonomisini ABD’ ye AB’ ye teslim eden, uluslar üstü finans kurumlarına teslim olan bir yönetim anlayışının KOBİ’ ler konusunda ne denli duyarlı olacağını hep birlikte göreceğiz.

ayhanongun@gmail.com

23 Eylül 2008 Salı

“HALKIN HİZMETKARI OLMAK…”

Şaban Ali YAŞAROĞLU

Türk Gençliğine Hizmet Vakfı

2. Başkanı




Çok partili hayata girişimizden bu yana, halkın hizmetine girmiş nice siyaset adamlarını gördük. İyisini de gördük, kötüsünü de görmüş olduk. Ama, bir ülkede huzur ve geleceğe güven yoksa biliniz ki, orada iyi siyaset ve devlet adamları yok demektir.

Siyasette doğru ve düzgün insanı bulmak ve seçmek kolay değildir. Çünkü bu süreçte seçmenlerin bilgi ve bilinç düzeyleri önem taşır. Hele geri kalmış ülkelerin aydın aymazları toplumları aydınlatmayı görev edinmezlerse, şarlatan siyasetçiler tarafından halk aldatılmış olur.

Bu tür şarlatan siyasetçiler, halkın gözdesi olmaya niçin can atarlar? Halkın başına geçip zorbalık ve soygun yapıp “köşeyi dönmek” için. Eğer böyle bir ülkede; gerçek aydın muhalefeti yüreğinde taşıyan, adaletsizliklere ve soygunlara karşı halkın yanında yer alan yurtsever aydınlar yoksa, o ülkeye etap etap karanlık çöküyor demektir.


Hele hele, böyle bir ülkenin seçmenleri kimselerin esiri olup, tanrının kendilerine verdiği beyinleri ile düşünmeyip sorgulamıyor, özgürce kararlarını veremiyor ve hisleriyle hareket ediyorlarsa o ülke batıyor demektir. Böyle bir ülkede demokrasiyi geliştiremez, huzur ve güveni sağlayamazsınız.

Aslında Cumhuriyetin ilanıyla yeni bir çağa girmiştik. Yeni nesili bu çağın kültürü ile yetiştirmek zorundaydık. Çünkü, ölümsüz büyük önder ATATÜRK bize; “Yeni toplum, yeni devlet ve aralıksız devrimler”i hedef göstermişti. Böylesi çağdaş bir hedefi, özellikle son elli yılda alelade politikacıların elinde hedefinden saptırdık.

Politika zor bir sanattır. Seçilirken halka verdiğiniz sözleri ve vaad ettiklerini yerine getirme sorumluluğunuz vardır. Çünkü, politikada halkın affı yoktur.

Politikaya atılan kimselerin herşeyden önce tıpkı bir oyuna girer gibi önce oyunun kurallarını öğrenmeleri gerekir. Anlatmak istediğim; politikaya atılan kimse, bakkal dükkanı açan kimse değildir. Çünkü bu hayata adımını atan her insan, artık üzerine oklar yağdırılacak bir hedef olduğunu bilmelidir.


Bu oklar genellikle muhalefetten geldiği gibi, diğer kimselerden de atılabilir. Hüner, her yönden gelenlere de hoşgörü ve dayanma gücünü gösterebilmektir. Bunu başaramayanların siyaset havuzuna girmeleri anlamsızdır. İnsan siyasete zengin olmak istediği için değil, hizmet etmek için girmelidir. Başaramayanların ise mesleklerine geri dönmeleri gerekir. İşte o vakit kimse sizinle ne uğraşır ne de rahatsız eder.

Böylesi okların hedefi olmak elbette zevkli bir iş değildir. Ama insan, siyaset hayatına zevk ve sefa için atılmaz. Çünkü siyaset dikenli bir yokuştur.
Siyasetin kurallarını bozanlar tekrar seçmenlerin karşısına çıkıp kendilerinden oy istediklerinde, onlara geldikleri yer gösterilir.

Hz. Ali’nin dediği gibi “Eğer bir ülkede yöneticiler sık sık öfkelerine hakim olamayıp, saldırgan ve kontrolsuz konuşmalar yapıyorlarsa biliniz ki, ilk yanan kendileri olacaklardır”. Demokrasi ile yönetilen ulusların tarihi bunun örnekleri ile doludur.

İktidar olmak demek, “her istediğimi istediğim gibi yaparım” demek değildir. Çünkü, demokrasi ile yönetilen çok partili düzende kuvvetler ayrımı söz konusu olmaktadır. Yasalar ve hukukun üstünlüğü vardır. Bu nedenle, kene gibi iktidara yapışmak ve iktidardan düşmemenin antidemokratik yollarının aranmasına gidilmemelidir.

İktidardakiler, kendi hatalarını kendi gözlükleriyle değil; muhalefet, sivil toplum ve aydınların gözlükleriyle görebilirler. Ancak bir ülkede kimi aydınlar siyasetle ve toplumsal sorunlarla gereği gibi ilgilenmezler ve iktidarların yalakalıklarına soyunurlarsa, işte o zaman o ülkede küçük insanların büyük gölgeleri oluşmaya başlar. Tanrı ülkemizi bu tür benzeri tehlikelerden korusun!




Demokrat bir devlet ve siyaset adamı; çevresine nokta kadar menfaat için ve virgül gibi önlerinde eğilebilen toplumun parazitlerinden uzak, gerçek yol gösterici bilimden ve en yüce servet olan ilimden yana tarafsız bir adam olmalıdır.




Söylemek istediğim; Cumhur’u temsil eden devlet adamları, tarafsızlıklarına gölge düşürmeden ulusuna gerçek demokrasiyi taşımak ve uygarlık düzeyine çıkarmak için aklın ve bilimin yolunu açan bir önder olmalıdır. Türkiye bugün böyle bir önderin özlemini çekmektedir.




Devlet ve siyaset adamları temsil ettikleri toplumun önünde koşan adamlardır. Doğal olarak önde koşan göze batacak ve taşlananda önde koşan olacaktır. Bu nedenle gerçek demokrat ve siyaset adamı eleştirilerden korkmayan ve rahatsızlık duymayan adamdır.




Ben demokratım diyen bir siyaset adamı, oy alıp iktidarını sürdürmek için seçmenlerini aldatarak tekrar seçilmeyi etik bulmaz. Çünkü, halkı kandırarak oyunu almayı halka saygısızlık sayar. Hele kamunun parası ile sadaka dağıtmak yalnız saygısızlık değil, halkı aşağılamaktır.




Halbuki halkını seven, halkının hizmetkarı olduğunu söyleyen bir siyaset adamı; halkına onurlu iş olanaklarını sağlamak, geleceği güven içinde olacak bir hayat standartına çıkarmak ve onu sadakaya mahkum olmaktan kurtarmak olmalıdır. Bu nedenle, halka saygı lafla değil, davranışlarla gösterilebilir.




Demokrasi ateşinin ve aydınlanma ışığının bütün gönüllerde ilk kez yandığı ve siyasi hayatta herkesin ilgi gösterdiği 50-60 yıl önceki yıllarımızda bu tür halka saygısızlıklar görülmez ve duyulmazdı.




Eğer, yıllar öncesinden hizmet için değil, seçilme esasına göre tezgah kuran oy avcısı, çapsız siyasiler kutsal dinimizi siyasete bulaştırmamış olsalardı, ülkemiz belki bugünlerin sıkıntılı durumlarına gelmemiş olurdu diye düşünüyorum.







Türkiye, çok partili hayata geçmesinden bu yana hitabet sanatının bütün inceliklerine vakıf ve cidden bir çok ateşli politikacıları görmüş ve dinlemiş bir ülkedir. Bu hitabet sanatının en ateşli konuşmacılarından ve en önemlilerinden biri de Millet Partisi Genel Başkanı Osman BÖLÜKBAŞI idi. 1950 yıllarında BÖLÜKBAŞI’nın Taksim Meydanı’ndaki mitingine İstiklal Caddesi’nde bulunan dükkanların sahipleri kepenklerini indirip, BÖLÜKBAŞI’nın rekor sayılan uzun konuşmasını dinlemeye koşarlardı. BÖLÜKBAŞI, güzel ve hoş konuşmalar yapar, sözlerini nüktelerle renklendirir, belgeleri konuştururdu. Çünkü, müthiş bir hafızaya sahipti. Partisine gerici yakıştırmalar yapılmasına ve kuruluş günlerinde takibata uğrayıp yargılanmasına karşın, Genel Başkan olarak seçmenlere “takkiye” yapmayıp, dini siyasete karıştırmayan ve oy avcılığı yapmayan bir devlet ve siyaset adamımızdı, rahmetli Osman BÖLÜKBAŞI. Onun siyasi tarihimize geçen “kalabalıklar bizde, oylar başkasına” sözü meşhurdur.




Siyasi ölmezliğe erişen fanilerin siyasal mücadelelerini okuduğunuzda, bu kimselerin nasıl insafsızca hücumlarla karşı karşıya kaldıklarını görürüz.




Ülkemizde de 1950-60 döneminin ana muhalefet lideri İsmet Paşa (İNÖNÜ) bu mücadelenin tipik bir örneği olarak görülür. Dönemin iktidarı tarafından neler yapılmadı, iktidarın yandaşları ve militanlarınca kendisine neler söylenmedi neler... Ancak, İNÖNÜ’nün başına gelenleri ve yapılan haksızlıkları, 1950’leri yaşamış olanlar bilir.




Kuruluşuna öncülük ve önderlik yaptığı demokratik düzenin yıkılışını gördüğünde, TBMM kürsüsüne çıktı ve iktidar grubuna hitaben; “Yanlış yoldasınız, sizi ben de kurtaramam” sözlerine devamla “Şartlar tamam olunca ihtilaller meşrudur” tarihi uyarısını dikkate almayan iktidar grubu, İsmet Paşa’yı 12 oturum meclise sokmama kararını aldı. Partisinin mallarına el konuldu. İktidarın yanlış tutumunu halka anlatması için Genel Sekreteri Kasım GÜLEK’i Karadeniz Bölgesi’ne gönderdi. GÜLEK, Sinop’ta tutuklandı ve gazetelerin sayfalarına haber olarak taşındı. Kendisi ilerleyen yaşına karşın Anadolu’ya gitmek üzere yola koyuldu. Kayseri’nin Himmet Dede İstasyon’unda iktidarın yandaşlarınca linç edilmek üzereyken bir Binbaşı tarafından saldırganlar dağıtıldı. İsmet Paşa Uşak’a geçti. Meydanda halka hitap ederken kendisine atılan taşla başından yaralandı. Ordan İzmir’e indi. Paşa’yı askerler korumaya aldı. İzmir’den İstanbul’a geldi. DP militanlarınca Topkapı’da etrafı sarıldı ve İstanbul’a sokulmamak istendi. Orada da bir subayın havaya ateş etmesiyle saldırılar önlendi. Garp Cephesi’nin Komutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ikinci adamı, Lozan Kahramanı, 2. Dünya Harbi’nin top lavları ateşini dışında tutarak ülkesini büyük bir badireden kurtaran devlet adamı, demokrasinin yolunu açan önderi, Kıbrıs Çıkarması’nda ABD’nin tehtidine karşı JOHSON’a “Yeni dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır” cevabıyla Türk ulusunun gurur kaynağı olmuş İsmet Paşa’sı...




Ana muhalefet partisi lideri olarak, dönemin iktidarınca kendisine, partisine ve Cumhuriyetin kazanımlarına karşı yapılan haksız uygulamalarına karşı elbetteki üzülüyordu. Genede dayanma ve tahammül gücünü göstermiş ve yapılan hücumları sabırla karşılamış ve demokrasinin gereği saymıştır.




Kendisine yapılanları içinde saklamasını bilen İsmet Paşa, devlet ve siyaset hayatında oyunun kuralları ne ise ona uymuştu. “Siyasette yaşlanma olmaz, önemli olan paslanmamaktır” sözü sanki İsmet Paşa ve onun gibi demokrasi uğruna “Fazilet Mücadelesi” vermiş olan devlet ve siyaset adamları için söylenmiştir.

3 Eylül 2008 Çarşamba

Sol çıkışını arıyor!

Ayhan ONGUN
İSİDEF Genel Sekreteri


Milliyet Gazetesinde başlatılan bir tartışmayla solun yeniden örgütlenmesi ve yeni açılımlar, geniş bir alanda ve farklı perspektiflerden değerlendirilecek.
Daha tartışmanın kamuoyuna sunulduğu gün, CHP Genel Başkanı Sayın Baykal’ın bir sözü tartışmaya değişik bir boyut kazandırdı.


Tartışmanın önemli konularından biri olması beklenen” CHP’ nin soldaki yeri” Baykal’ ın bu talihsiz açıklamasıyla daha da önem kazandı.
Tartışmaya katılanların büyük bölümünde CHP’ nin artık sol bir parti olmadığı, giderek milliyetçi söylemlerle sağa kaydığı iddialarının ağır bastığı bir dönemde bu sözlerin söylenmiş olması ve böyle bir polemiğin başlaması CHP’ yi büyük ölçüde bu tartışmaların dışına iteceğe benziyor.

CHP üst yönetiminin soldan ve emekten uzaklaşan politikalar izlemesine karşın, sahip olduğu kitlesel tabanda; demokrasi, cumhuriyet, laiklik kavramlarına yürekten bağlılık ve yörüngesini emek eksenine oturtmuş, yönünü sola çevirmiş eski CHP’ ye duyulan özlem bir umut ışığıydı.

Ancak görünen o ki, CHP yönetimi, bırakın kendi dışındaki solla birlikte davranmayı, parti içerisinde böyle düşünenlere bile tahammül edemiyor.
Tarihsel köklerinden aldığı güç ve laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinden yana olan geniş halk yığınlarının desteğiyle iktidar olma yerine, asker-sivil bürokrasinin gölgesinde bir iktidar arayışını sürdüren CHP’ de, Genel Başkan ve diğer yöneticilerin yaptığı konuşmaların satır aralarında bu beklentiyi görmek mümkün.

“Paşalar hep böyle güzel konuşmalar yapıyorlar da……ama diye devam eden konuşmaya, yapılan eleştirilerin ardından Sayın Baykal ve ekibi farklı anlamlar yüklemeye çalışsa da cümlenin sonundaki da eki çok şey ifade ediyor. Burada cümleye anlam yükleyen ama sözcüğünden daha çok bu da sözcüğüdür.

Sayın Baykal bu açıklamayı Genel Kurmay Başkanının eleştirel bir açıklamasının ardından değil de bir başka toplantıda söylemiş olsaydı, sanıyorum hiç üzerinde durulmaz, belki de toplumu daha etkin ve eylemli olmaya çağıran bir açıklama diye olumlu tepkiler de alırdı.
Bu ve benzeri açıklamalar CHP kurmayları tarafından daha önceleri de yapıldığı için Sayın Baykal’ın niyeti ya da söylemek istediği ne olursa olsun, kitlelerin böyle bir anlam çıkarmasını çok doğal karşılamak gerekir.

Yerel Yönetimler seçimlerinin yaklaştığı günlerde hala siyasal duruşunu belirleyemediği, hangi seçmen tabanına yöneleceği, ne tür sosyal politikalarla halkın karşısına çıkacağı bilinmezken, bu tür polemiğe açık söylemler CHP’ yi kitlelerden daha çok uzaklaştırmaya neden oluyor.

O zaman tartışmaya açılan SOL ÇIKIŞINI ARIYOR platformunda CHP’ yi parti olarak yok saymak gerekecek.
Ancak CHP’ ye değişik nedenlerle oy veren geniş kitleyi CHP parti yönetiminden ayrı düşünmek gerek.
Bugün çok değişik platformlarda solun bu çıkışına yönelik yapılan çalışmalarda yer alan insanlar içinde de, geçmişte inanarak ya da zorunluluktan, belki de asgari demokratik sorumluluğunun gereği CHP’ ye oy vermiş çok insan var.

Geçmişte denenen ve başarısız olan kimi siyasal ittifaklar, sol güç birlikleri, birleşmeler ve yeni parti arayışlarının tümü aslında bugün yapılmak istenen çalışmalara ışık tutmalı, değerlendirilmesi ve ders alınması gerekli önemli deneyler olarak kabul edilmelidir.

Öte yandan solun AKP’ nin karşısında güçlü bir alternatif oluşturabilmesinin yolu, tüm solcuların öncelikle, geçmiş siyasal kimliklerini bir kenara koyarak, ön yargısız, koşulsuz bu platform içerisinde yer alması gerekir.
Hiç kimsenin siyasal geçmişini, tarihini reddetmesi anlamı çıkarılmamalıdır.

Özellikle de Marksist sol gelenekten gelen insanların kendisi gibi olmayanlara karşı geçmişte yaptığı küçümseyici, yok sayan ve hatta düşman gören tavrından mutlaka arınması, buna karşın sosyal demokratların da kendi dışındaki solu dıştalayan, tehlikeli sayan tavrından kurtulması, solun kurtuluşu açısından çok önemlidir.

İçinde bulunduğumuz koşullara ilişkin bilimsel analizlerle, teorik tartışmalarla geçirilecek zamanımız yok.

Halkımız; Türkiye’ nin açlık, yokluk, yoksulluk ve yolsuzluklardan kurtulması; hukukun üstün kılındığı, insan hakları ve özgürlükler temelinde bir demokratik sistemin yerleştirilmesi, geçmişte yaşanan haksız uygulamalar ve siyasal cinayetlerin hesabının sorulması, tüm insanlar için fırsat eşitliğinin sağlanması, temelinde bir anayasal düzen, barış içinde birlikte yaşayabileceğimiz bir toplumsal yapının kurulmasına yönelik bir siyasal alternatifin oluşmasını istiyor.

Bugün içinde bulunduğumuz koşullar ve yaşadığımız olaylar AKP’ ye karşı böyle bir siyasal iradenin varlığını dayatıyor.

Küresel sermayenin dünyada oluşturmak istediği yeni düzen, yaşadığımız coğrafyaya ilişkin yapılan yeni senaryolar ve bunların ülkemize yansıması ve bağlaşıkları ne olursa olsun, her şeye ve her güce rağmen Türkiye’ nin iç dinamikleri bu sorunları aşacak, ülkemizi karanlık süreçten çıkaracak güç ve deneyime sahiptir.

Yapılması gereken, iç çatışmalarımızı, komplekslerimizi ve geçmişle hesaplaşmalarımızı bir kenara koyarak, AKP den kurtulmak adına Türkiye demokrasi güçlerinin önüne güçlü bir muhalefet alternatifi koymak olmalıdır.
Aksi halde Susurluk’tan başlayıp, Ergenekon’ la devam eden bu kirli ilişkiler ağı, tüm yurdu ve geleceğimizi saracak, ülkemizi ortaçağın karanlıklarına sürükleyecektir.
İşte bu yüzdendir ki, solun kendi çıkışını araması ve mutlak yakalaması yaşamsal bir zorunluluktur.
Barış içinde, yaşanası bir dünya özlemiyle.

ayhanongun@gmail.com