23 Eylül 2008 Salı

“HALKIN HİZMETKARI OLMAK…”

Şaban Ali YAŞAROĞLU

Türk Gençliğine Hizmet Vakfı

2. Başkanı




Çok partili hayata girişimizden bu yana, halkın hizmetine girmiş nice siyaset adamlarını gördük. İyisini de gördük, kötüsünü de görmüş olduk. Ama, bir ülkede huzur ve geleceğe güven yoksa biliniz ki, orada iyi siyaset ve devlet adamları yok demektir.

Siyasette doğru ve düzgün insanı bulmak ve seçmek kolay değildir. Çünkü bu süreçte seçmenlerin bilgi ve bilinç düzeyleri önem taşır. Hele geri kalmış ülkelerin aydın aymazları toplumları aydınlatmayı görev edinmezlerse, şarlatan siyasetçiler tarafından halk aldatılmış olur.

Bu tür şarlatan siyasetçiler, halkın gözdesi olmaya niçin can atarlar? Halkın başına geçip zorbalık ve soygun yapıp “köşeyi dönmek” için. Eğer böyle bir ülkede; gerçek aydın muhalefeti yüreğinde taşıyan, adaletsizliklere ve soygunlara karşı halkın yanında yer alan yurtsever aydınlar yoksa, o ülkeye etap etap karanlık çöküyor demektir.


Hele hele, böyle bir ülkenin seçmenleri kimselerin esiri olup, tanrının kendilerine verdiği beyinleri ile düşünmeyip sorgulamıyor, özgürce kararlarını veremiyor ve hisleriyle hareket ediyorlarsa o ülke batıyor demektir. Böyle bir ülkede demokrasiyi geliştiremez, huzur ve güveni sağlayamazsınız.

Aslında Cumhuriyetin ilanıyla yeni bir çağa girmiştik. Yeni nesili bu çağın kültürü ile yetiştirmek zorundaydık. Çünkü, ölümsüz büyük önder ATATÜRK bize; “Yeni toplum, yeni devlet ve aralıksız devrimler”i hedef göstermişti. Böylesi çağdaş bir hedefi, özellikle son elli yılda alelade politikacıların elinde hedefinden saptırdık.

Politika zor bir sanattır. Seçilirken halka verdiğiniz sözleri ve vaad ettiklerini yerine getirme sorumluluğunuz vardır. Çünkü, politikada halkın affı yoktur.

Politikaya atılan kimselerin herşeyden önce tıpkı bir oyuna girer gibi önce oyunun kurallarını öğrenmeleri gerekir. Anlatmak istediğim; politikaya atılan kimse, bakkal dükkanı açan kimse değildir. Çünkü bu hayata adımını atan her insan, artık üzerine oklar yağdırılacak bir hedef olduğunu bilmelidir.


Bu oklar genellikle muhalefetten geldiği gibi, diğer kimselerden de atılabilir. Hüner, her yönden gelenlere de hoşgörü ve dayanma gücünü gösterebilmektir. Bunu başaramayanların siyaset havuzuna girmeleri anlamsızdır. İnsan siyasete zengin olmak istediği için değil, hizmet etmek için girmelidir. Başaramayanların ise mesleklerine geri dönmeleri gerekir. İşte o vakit kimse sizinle ne uğraşır ne de rahatsız eder.

Böylesi okların hedefi olmak elbette zevkli bir iş değildir. Ama insan, siyaset hayatına zevk ve sefa için atılmaz. Çünkü siyaset dikenli bir yokuştur.
Siyasetin kurallarını bozanlar tekrar seçmenlerin karşısına çıkıp kendilerinden oy istediklerinde, onlara geldikleri yer gösterilir.

Hz. Ali’nin dediği gibi “Eğer bir ülkede yöneticiler sık sık öfkelerine hakim olamayıp, saldırgan ve kontrolsuz konuşmalar yapıyorlarsa biliniz ki, ilk yanan kendileri olacaklardır”. Demokrasi ile yönetilen ulusların tarihi bunun örnekleri ile doludur.

İktidar olmak demek, “her istediğimi istediğim gibi yaparım” demek değildir. Çünkü, demokrasi ile yönetilen çok partili düzende kuvvetler ayrımı söz konusu olmaktadır. Yasalar ve hukukun üstünlüğü vardır. Bu nedenle, kene gibi iktidara yapışmak ve iktidardan düşmemenin antidemokratik yollarının aranmasına gidilmemelidir.

İktidardakiler, kendi hatalarını kendi gözlükleriyle değil; muhalefet, sivil toplum ve aydınların gözlükleriyle görebilirler. Ancak bir ülkede kimi aydınlar siyasetle ve toplumsal sorunlarla gereği gibi ilgilenmezler ve iktidarların yalakalıklarına soyunurlarsa, işte o zaman o ülkede küçük insanların büyük gölgeleri oluşmaya başlar. Tanrı ülkemizi bu tür benzeri tehlikelerden korusun!




Demokrat bir devlet ve siyaset adamı; çevresine nokta kadar menfaat için ve virgül gibi önlerinde eğilebilen toplumun parazitlerinden uzak, gerçek yol gösterici bilimden ve en yüce servet olan ilimden yana tarafsız bir adam olmalıdır.




Söylemek istediğim; Cumhur’u temsil eden devlet adamları, tarafsızlıklarına gölge düşürmeden ulusuna gerçek demokrasiyi taşımak ve uygarlık düzeyine çıkarmak için aklın ve bilimin yolunu açan bir önder olmalıdır. Türkiye bugün böyle bir önderin özlemini çekmektedir.




Devlet ve siyaset adamları temsil ettikleri toplumun önünde koşan adamlardır. Doğal olarak önde koşan göze batacak ve taşlananda önde koşan olacaktır. Bu nedenle gerçek demokrat ve siyaset adamı eleştirilerden korkmayan ve rahatsızlık duymayan adamdır.




Ben demokratım diyen bir siyaset adamı, oy alıp iktidarını sürdürmek için seçmenlerini aldatarak tekrar seçilmeyi etik bulmaz. Çünkü, halkı kandırarak oyunu almayı halka saygısızlık sayar. Hele kamunun parası ile sadaka dağıtmak yalnız saygısızlık değil, halkı aşağılamaktır.




Halbuki halkını seven, halkının hizmetkarı olduğunu söyleyen bir siyaset adamı; halkına onurlu iş olanaklarını sağlamak, geleceği güven içinde olacak bir hayat standartına çıkarmak ve onu sadakaya mahkum olmaktan kurtarmak olmalıdır. Bu nedenle, halka saygı lafla değil, davranışlarla gösterilebilir.




Demokrasi ateşinin ve aydınlanma ışığının bütün gönüllerde ilk kez yandığı ve siyasi hayatta herkesin ilgi gösterdiği 50-60 yıl önceki yıllarımızda bu tür halka saygısızlıklar görülmez ve duyulmazdı.




Eğer, yıllar öncesinden hizmet için değil, seçilme esasına göre tezgah kuran oy avcısı, çapsız siyasiler kutsal dinimizi siyasete bulaştırmamış olsalardı, ülkemiz belki bugünlerin sıkıntılı durumlarına gelmemiş olurdu diye düşünüyorum.







Türkiye, çok partili hayata geçmesinden bu yana hitabet sanatının bütün inceliklerine vakıf ve cidden bir çok ateşli politikacıları görmüş ve dinlemiş bir ülkedir. Bu hitabet sanatının en ateşli konuşmacılarından ve en önemlilerinden biri de Millet Partisi Genel Başkanı Osman BÖLÜKBAŞI idi. 1950 yıllarında BÖLÜKBAŞI’nın Taksim Meydanı’ndaki mitingine İstiklal Caddesi’nde bulunan dükkanların sahipleri kepenklerini indirip, BÖLÜKBAŞI’nın rekor sayılan uzun konuşmasını dinlemeye koşarlardı. BÖLÜKBAŞI, güzel ve hoş konuşmalar yapar, sözlerini nüktelerle renklendirir, belgeleri konuştururdu. Çünkü, müthiş bir hafızaya sahipti. Partisine gerici yakıştırmalar yapılmasına ve kuruluş günlerinde takibata uğrayıp yargılanmasına karşın, Genel Başkan olarak seçmenlere “takkiye” yapmayıp, dini siyasete karıştırmayan ve oy avcılığı yapmayan bir devlet ve siyaset adamımızdı, rahmetli Osman BÖLÜKBAŞI. Onun siyasi tarihimize geçen “kalabalıklar bizde, oylar başkasına” sözü meşhurdur.




Siyasi ölmezliğe erişen fanilerin siyasal mücadelelerini okuduğunuzda, bu kimselerin nasıl insafsızca hücumlarla karşı karşıya kaldıklarını görürüz.




Ülkemizde de 1950-60 döneminin ana muhalefet lideri İsmet Paşa (İNÖNÜ) bu mücadelenin tipik bir örneği olarak görülür. Dönemin iktidarı tarafından neler yapılmadı, iktidarın yandaşları ve militanlarınca kendisine neler söylenmedi neler... Ancak, İNÖNÜ’nün başına gelenleri ve yapılan haksızlıkları, 1950’leri yaşamış olanlar bilir.




Kuruluşuna öncülük ve önderlik yaptığı demokratik düzenin yıkılışını gördüğünde, TBMM kürsüsüne çıktı ve iktidar grubuna hitaben; “Yanlış yoldasınız, sizi ben de kurtaramam” sözlerine devamla “Şartlar tamam olunca ihtilaller meşrudur” tarihi uyarısını dikkate almayan iktidar grubu, İsmet Paşa’yı 12 oturum meclise sokmama kararını aldı. Partisinin mallarına el konuldu. İktidarın yanlış tutumunu halka anlatması için Genel Sekreteri Kasım GÜLEK’i Karadeniz Bölgesi’ne gönderdi. GÜLEK, Sinop’ta tutuklandı ve gazetelerin sayfalarına haber olarak taşındı. Kendisi ilerleyen yaşına karşın Anadolu’ya gitmek üzere yola koyuldu. Kayseri’nin Himmet Dede İstasyon’unda iktidarın yandaşlarınca linç edilmek üzereyken bir Binbaşı tarafından saldırganlar dağıtıldı. İsmet Paşa Uşak’a geçti. Meydanda halka hitap ederken kendisine atılan taşla başından yaralandı. Ordan İzmir’e indi. Paşa’yı askerler korumaya aldı. İzmir’den İstanbul’a geldi. DP militanlarınca Topkapı’da etrafı sarıldı ve İstanbul’a sokulmamak istendi. Orada da bir subayın havaya ateş etmesiyle saldırılar önlendi. Garp Cephesi’nin Komutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ikinci adamı, Lozan Kahramanı, 2. Dünya Harbi’nin top lavları ateşini dışında tutarak ülkesini büyük bir badireden kurtaran devlet adamı, demokrasinin yolunu açan önderi, Kıbrıs Çıkarması’nda ABD’nin tehtidine karşı JOHSON’a “Yeni dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır” cevabıyla Türk ulusunun gurur kaynağı olmuş İsmet Paşa’sı...




Ana muhalefet partisi lideri olarak, dönemin iktidarınca kendisine, partisine ve Cumhuriyetin kazanımlarına karşı yapılan haksız uygulamalarına karşı elbetteki üzülüyordu. Genede dayanma ve tahammül gücünü göstermiş ve yapılan hücumları sabırla karşılamış ve demokrasinin gereği saymıştır.




Kendisine yapılanları içinde saklamasını bilen İsmet Paşa, devlet ve siyaset hayatında oyunun kuralları ne ise ona uymuştu. “Siyasette yaşlanma olmaz, önemli olan paslanmamaktır” sözü sanki İsmet Paşa ve onun gibi demokrasi uğruna “Fazilet Mücadelesi” vermiş olan devlet ve siyaset adamları için söylenmiştir.

Hiç yorum yok: